ZEYTİN AĞACI VE KÖR BAYKUŞ
Son günlerde kendimi akrep kıskacına kaptırmış gibi çaresiz hissediyorum.
Hani 1980’lerde Sinop Cezaevindeki hücresinde akrepten korunmak için mücadele eden Eşber Yağmurdereli gibi.
Gazetelere bakıyorum, çoğu nerdeyse haki ve kırmızı renkte. Konuşamıyorum, yazamıyorum, anlatamıyorum.
Böyle durumlarda herkes gibi ben de kendimi kandırma oyunları oynarım. Son zamanlarda bu oyunun yardımcı aktörü bahçedeki zeytin ağacı.
Çaresiz durumlarda, Karadeniz’in sert ikliminde onca yıldır bir kez olsun çiçek açmayan zeytin ağacı çiçeklendiğinde sorunlarımın da çözüleceğini umarım.
Savaştan kaçıp, başka ülkelerde yaşamaya alışamayan göçmen çocuklar gibi küskün ve yalnızdır Zeytin Ağacı. Kıvrak dişil bir gövdesi vardır.
Aslında itiraf edeyim, tek taraflı, gizli, melankolik bir aşkla bağlanmıştım ona.
Bazen bu ağacı kendime de benzetirim. Ölümsüz ağacı diye nitelendirilir ama kökleri derinlerde değildir.
Ben de onun gibi doğduğum kentten uzakda başka başka diyarlarda yeni dünyalar ararım. Sanki sık yer değiştirdikçe aradığım iklimi sonunda bulacakmışım gibi.
Bir gün çiçek açacaktı mutlaka bahçedeki Zeytin Ağacı. Ya burada, ya da birlikte gideceğimiz başka bir diyarda.
Bazen İstanbul’u bırakıp güneye taşınma hayalleri kurarken bir kamyonete yükleyip Onu da yanımda götürmek isterim. Başka diyarlarda çiçek açıp, meyve vereceğini düşlerim.
Dün gece düşümde ceketimden tutturulmuş bir çengelli iğne ile bir kuyudan aşağı sarkıyordum.
Birden ceketim çengelli iğneden kurtuldu.
Sadık Hidayet gibi dipsiz kuyuya düşüyordum.
Kafamı kaldırdım, kuyunun kenarına tünemiş, görmeyen gözleriyle beni arayan Kör Baykuş’un karanlık göz yuvalarının derinliğinde kendimi gördüm ve ürktüm.
Sabahleyin mutfak masasında çayımı yudumlarken yine Zeytin Ağacına bakıyordum.
Dallarında hala bir tek meyve bile yok.
Derin bir nefes aldım, gözlerim doldu.
Oğlum gülümseyerek “Ne oldu baba yine?” dedi.
“Hiç dedim, aklıma eskilerden bir şeyler geldi de.”
Zeytin dalı için ağladığımı söyleyemedim.
3 Şubat 2018