YAĞMUR SONRASI RICHMOND PARKINDA

Richmond’da o gün yağmur vardı. Ne kadar da şanssızım diyordum içimden. Şemsiyemi açıp parka yürüyorum. Yağmur uzun sürmüyor, Birazdan bulutların arasından güneş açıyor. Park aydınlanıyor. İngiltere’de bu mevsimde güneş ağlayan bir çocuğa verilen avuntu çikolatası gibi. 

Paltomun ıslak düğmelerini açıyorum. Kurumuş bir banka oturuyorum. 

Yanı başımdaki ağaçtan tıkırtılar duyuluyor. Bir sincap bu, ağacın gövdesinden aşağı iniyor, çekinmeden bana yaklaşıyor. Göz göze geliyoruz.

Karşı bankta iki kadın beliriyor, ışıldayan sisin arkasındalar, yüzlerini tam seçemiyorum. Birisi çok kaygılı ve mutsuz, o da benim gibi sincaba bakıyor.

Birden solgun yüzünde bir gülümseme beliriyor. Kısık gözleri parlıyor ve irileşiyor, onları hiç kırpmıyor, öylece sincaba bakıyor. Göz kapaklarını bıraksa gözyaşları şıpır şıpır dökülecek. 

Anlıyorum, bunlar sevinç gözyaşları. Sincabın ürkek konukseverliği hepimizin yüreklerini ısıtıyor. 

Oysa soldaki kadın banka ilk oturduğunda ne kadar kaygılı ve üzgündü. 

Yanındaki de mutlu, heyecanla diğerine bakıyor. Yüz mimiklerinden anlam çıkartmaya çalışıyor, gecikmeden elindeki not defterine birşeyler karalıyor. 

O an Richmond parkında üç zaman birleşiyor; 1992, 1924 ve 2004’den güneşi bir sabah.

Uzun sarı saçlı kadın bana bakıyor, bir şeyler fısıldıyor. Gözlerine bakıp “Anlamadım?” diyorum. 

Bu kez yüksek sesle, “Mrs. Dalloway ölmeyecek yaşayacak!” diyor

Diğer kadın not defterine son olarak “Türkçe” şu cümleyi yazıyor:

“Clarissa evet diyordu. 
Çünkü Clarissa oradaydı.”

Saate bakıyorum, içimden geç kalıyorum diyorum Genç kadın nazikçe selam vererek yerinden kalkıyor, çevirmen de. 

İkisi de zıt yönlere gidiyor. Yazar geçmişe, çevirmense geleceğe yürüyor. Bir süre sonra sis uzaklardaki silüetlerini siliyor.

Sincap tekrar indiği ağaca tırmanıyor.

*****

Öğleden sonra Morden’daki araştırma merkezine geldiğimde Phill okuma gözlüklerinin üstünden bakarak gülümsüyor. 

“Nerede kaldın? Türkiye’den telefonla aradılar seni. Bu sabah bir kızın olmuş, sana ulaşamadık.”

Elimdeki şemsiye yere düşüyor, eğilip almıyor hala Phill’in mavi gözlerine bakıyorum.

Herkes gülümseyerek elimi sıkıyor, omuzuma dokunuyor. Biraz oturduktan sonra izin isteyip dışarı çıkıyorum.

Morden metrosuna geldiğimde herhangi bir trene atıyorum kendimi. Ondan inip diğerine, daha sonra bir diğerine. Nereye gittiğimi bilmeden iş sonrası koşuşturan beyaz yakalıları takip ediyorum. Saatler geçiyor ben hala metrodayım. 

Son trenden iniyorum, karşıdaki banka oturuyorum. Artık çıkmalıyım buradan diyorum. Zihnimi toparlamaya çalışıyorum, nafile. Aklım beni bu metro ağından çıkaracak kadar çalışmıyor. 

5 Mart 1992 akşamı Londra’da, yeraltında dev bir örümcek ağının esiriyim. 
Aklımda karım ve yüzünü henüz göremediğim kızım var. 

Karşı duvarda Clarissa Dalloway’i görüyorum. 

Hüzünlü bir mutluluk var gözlerinde.