TANRILARIN GÖLGESİNDE TROYA’DA SAVAŞANLAR
“İtalyanların boşuna düşman olmalarına şaşıyorum; biz de İtalyanlar gibi Troyalıların soyundanız Yunanlılardan Hektor’un öcünü almak benim kadar onlara da düşer; onlarsa bana karşı Yunanlıları tutuyorlar.”
Fatih Sultan Mehmet (1)
Paylaşılamayan altın elma, Kavga Tanrıçası Eris in en büyük kozudur. Eriş, ölümsüzlük bağışlayan bu meyveyi, Hesperid kızlarından bir şekilde kaçırmış ve hır çıkarmak için Akhilleus’un anne ve babasının evlilik törenlerinde masanın ortasına bırakmıştır. Elmanın kime verileceğine bir türlü karar verilemez. Zeus bu sorumluluğu üstlenmek istemez. İdaDağı’nda bir güzellik yarışması düzenler ve seçimi Troya Kralı Priamos’un dağda çobanlık yapan oğlu Paris’e bırakır. Yarışmanın adayları üç Tanrıça; Hera, Athena ve Afrodit’tir. Hera Paris’e, kendisini seçtiği taktirde Asya krallığını vaat eder. Athena ise sonsuz akıl ve başarıyı. Çoban, gücüne güç katacak bu iki öneriyi reddederek Afrodit’in vaadini, güzelliği dillere destan Helena’yı tercih eder. Paris, Helena tutkusuyla binlerce yıl dilden dile dolaşacak bir savaşın tohumlarını ektiğini bilmeden Anadolu’dan Yunanistan’a doğru yola çıkar.
Akhalar ve Troyalılar Karşı Karşıya
Akha ordusu Troya açıklarında belirdiğinde, onları sadece Troyalılar değil, bütün Anadolu halkları bekliyordu. Anadolu, batıdan gelen teh-
likeve karşı ilk defa birlik olmuştu. Homeros, İtalya’da, Troyalıların yanında savaşa katılan Anadolu halklarını tek tek anlatır.
Çanakkale’den Dardanieliler, başlarında ünlü komutanları Aieias’la, İdaDağı’nın eteklerindeki Zeleialılar ise komutanları Pandaros’la saflarda yerlerini alır. Mysia bölgesinden Apaisoslular, falcı Mereops’un kötü kehanetine aldırmadan savaşa katılır. Troya yakınlarındaki Prak- tios’ta oturanlar, Asios önderliğinde gelir. Ege kıyılarından, İzmir’in kuzeyinden Pelasglar, bereketli topraklarını bırakıp Troya’nın imdadına yetişir. Uzaklardan, Aksios (Vardar Irmağı) kıyılarından, TrakyalIlar Çanakkale Boğazını aşıp gelir. Payhlagonialı krallar Parthenios Irmağı kıyısındaki saraylarını bırakıp Troya’ya ulaşır. Mysialılar ve Frigyalılar uzak yurtlarını bırakıp büyük bir arzuyla katılırlar Anadolu savunmasına. Karialılar çok uzaklardan, güzel Miletos’tan, Likyalılar ise anaforlu Ksanthos’tan uzun yolculuklarla erişirler Troya’ya.
Olymposlu Tanrıların gölgeleri sürekli Troya’da savaşanların üzerindedir. Afrodit, hem Helena’yı kaçırttığı için, hem de Dardanielli komutan Aineas’ın annesi olduğu için Troyalıların tarafındadır. Anadolulu Tanrı Apollon ve Ares’te Troya saflarındadır. Altın elmayı alamayan Hera ve Athena, Poseidon’la birlikte Akhaların yanındadır. Ze- us’un gönlü Troyalılarladır, ama karısı Hera yüzünden pek etkili olamaz.
On yıl boyunca süren savaşta Akhalılar, kin, öfke ve hırsla Anadolu kıyılarına saldırır. Tanrılar coğrafi olarak ikiye bolünseler de, ağırlıklı olarak Akhaların yanındadırlar. Akha komutanları Tanrısal özellikleri ile gücü ve kudreti, Troyalılar ise bilinci ve insan erdemini simgelediler. Yarı Tanrısal güçleri sayesinde Troya’nın kapıları defalarca zorlanır, fakat Troya halkı her defasında olağanüstü direnç gösterir.
Birbirine Benzemeyen İki Kardeş
Paris doğmadan önce falcılar, bu çocuğun şehri felakete götüreceğini söylemişlerdi. Anası Hekabe’nin düşünde, karnından çıkan alevler Troya surlarını sarmıştı. İlyada’da Paris, zayıf, korkak ve sorumsuz bir insan olarak anlatılır. Bunların yanı sıra, çok güzel bir fiziğe sahiptir ve iyi bir çoban olduğu için koruyucu anlamına gelen Aleksanrdos adını almıştır. İyi bir savaşçıdır, çok iyi ok kullanır. Helena’nın sevdasına, sevişerek evlendiği karısı Oinone’yi terk eder ve Troya’ya, kral babasının yanına gitmeyi başarır. Yunanistan’a Helena’yı almaya gittiğinde konuk olduğu Menelaos’un evinden hem karısını hem de hazinelerini kaçırır. Savaşta ağabeyi Hektor gibi canla başla dövüşmez, Menelaos’la kozlarını paylaşmaktan kaçar.
Hektor ise, kardeşinin aksine Troya’nın koruyucusudur. Troyalılar, ancak Hektor öldüğünde şehrin düşeceğine inanır. Troya’da savaşan bütün kahramanlardan farklı olarak, insani değerleri ile sevdirmiştir kendini. Ailesine bağlılığı diğer kentlilerden farklıdır. Sevgisini her zaman ifade eder, gizlemez. Anne ve babası Akhilleus’un karşısına çıkmaması için ona karşı koyduklarında, onlara uzun uzun davranışının nedenini açıklama gereği duyar. Helena’yı, diğer Tro- yalılar gibi hiçbir zaman aşağılamaz, ona büyük bir olgunlukla ve dostça davranır. Ancak Paris’e karşı zaman zaman öfkesini yenemez.
“Seni alçak, seni parlak oğlan, seni çapkın, ,
seni ırz düşmanı seni!
Hiç doğmaz olsaydın keşke,
Ya da kalaydın ölümüne dek evlenmeden,
Ne baş belası kesilirdin o zaman,
ne de yüz karası olurdun başkalarına.”
Hektor halkıyla bir bütündür, ama halkına karşı duyduğu sorumluluk onu yalnızlığa itmiştir. Trajik sonunu hazırlayan kararları alırken tek başınadır. Tanrı’nın terazisinde Akhilleus’la dövüşünün ölümle sonuçlanacağı anlaşılmıştır. Yenilgiyi bile bile kavgayı göze almıştır. Ne anasının babasının yakarışlarına aldırır, ne de içindeki korkuya.
“Ama yüreğim ne diye oyalanır böyle şeylerle?.
Böyle enine boyuna düşünmek de ne,
sırası mı bir kızla delikanlı gibi fiskos etmenin,
bir kızla delikanlı gibi tatlı tatlı konuşmanın sırası mı?
En iyisi tez elden paylaşmak kozumuzu.
Bakalım Olynıposlu kime bağışlar ünü?”
Hektor, Tanrıların bütün tuzaklarına karşın, direnç ve özveri ile Troya surlarını savunur. Akhilleus’un Hektor’un cesedine yaptığı onca aşağılama ve eziyete rağmen, Troya halkı ona görkemli bir cenaze töreni yapar. Dokuz gün boyunca taşıdıkları odunların üzerine, onuncu gün cesedini yerleştirir ve ateşe verirler. Kemiklerini erguvan renkli bir kumaşa sarılı altın bir kutuya koyup gözyaşlarıyla mezarına koyarlar ve daha sonra büyük bir şölen düzenlerler.
Paris için, ne yaşarken, ne de ölünce böyle sevgi gösterileri yapılır. Hatta ölürken bile İda Dağı’nda bir nympha olan (doğanın verimliliğini, ormanları, dağları, vahşi yerleri temsil eden su perileri) eski karısı Oi- none’yi çağırdığı halde, karısı yardımına gelmek istemez.
Akhilleus Hektor’a Karşı
Akhilleus, Tanrıça Thetis ile Peleus’un mutsuz evliliklerinin meyvesidir. Peleus, Zeus ile Irmak Tanrı Asopos’un oğludur, ancak bir ölümlüdür. Thetis ölümlü çocukları olmasını bir Tanrı olarak içine sindiremez. Gövdelerindeki ölümlülük tohumunu yok etmek için çocuklarını ateşle yakarak öldürür. Yedinci çocuk Akhilleus doğarken, babası, çocuğu annesinin elinden kurtarır. Sağ ayağının yanan aşık kemiği bir devin iskeleti ile değiştirildiğinden, Akhilleus hızlı bir koşucu olmuştur. Başka bir efsaneye göre, Thetis oğlunu topuğundan tutup Styks Irmağı’na batırır ve topuğu hariç bütün gövdesi silah işlemez olur.
Agamemnon ordu komutanı ve kral olmasına rağmen, Akhilleus ondan sözünü hiç esirgemez. Agamemnon’un Akhilleus’un tutsağına el koyması ve Smintheus Apollon Tapmağı rahibinin kızı Khyseis’in geri verilmesi sonrası, Akhillleus kızgınlığını şöyle dile getirir:
“Hep sana aysam, sözünden hiç çıkmasam,
Alçak derlerdi bana, ciğeri beş para etmez derlerdi.
Git başkalarına buyur, sözünü geçiremezsin bana,
sanmam bundan böyle sana boyun eğeceğimi.
Sana şunu da diyeyim, iyice kafana koy:
Madem hem verir, hem geri alırsınız,
şu ellerimle dövüşmeyeceğim ben o kız için
ne sana karşı ne de başkalarına karşı.
Ama tez giden kara gemi yanında başka nem varsa
ben vermeden alamazsın hiçbirini.
İstersen hadi bir dene de gör:
Kargımın iki yanında kara kanın nasıl fışkırır.”
Savaşta Onion Yıldızı gibi alevler saçan Akhilleus’un gücü, bu yarı Tanrısal özelliğindendir. Hektor’un Akhilleus’u görünce titremesi bundandır. Hektor ise, yedinci göbekten Zeus ile akrabalığına karşın, insansal özellikleri ile ön plandadır. Akhilleus, Hektor ile karşılaştırıldığında daha bireyci, bencil ve inatçıdır. Akhilleus, acıya dayanıklı, yalan söylemeyen özellikleri yanı sıra, içinde karşı eğilimleri yaşatan bir kişiliği vardır.
Akhilleus, Hektor ile kavgasında bütün inatçılığı ve gaddarlığını, oğlunu almaya gelen Priamos’un karşısında sürdüremez ve oturup hıçkıra hıçkıra ağlar. Hektor’un ölüsünü yıkar ve babasına verir. Anadolu insanı bu olayla Tanrısal Akhilleus’un katı ve kin dolu yüreğini eritmiştir.
“Priamos yığılıp kalmıştı Akhilleus’un ayağı dibinde,
yiğit öldürülen Hektor’a ağlıyordu hıçkıra hıçkıra.
Akhilleus da bir yandan babasına ağlıyordu,
bir yandan Patroklos’a ağlıyordu bağıra çığıra.
Hıçkırıklar ve çığlıklarla doldu evin içi.
Tanrısal Akhilleus doya doya ağladı.”
İlyada’nm Mirasçıları
îlyada sonrası Akhalar mağrur ve başları dik ülkelerine dönerken, savaş sonrası iki kahraman yeni serüvenlere atılırlar. Bunlardan biri, Troya’nın kaderini belirleyen at fikrini ortaya atan cin fikirli Odysseus, diğeri Troya’nın kalıntılarının üzerine Roma uygarlığını oturtan Aineias’dır. (Aeneas)
Oclysseus’un en önemli özelliği, Tanrısal bir akrabalığı olmadığı halde, Tanrısal özellikleri olan diğer İlyada kahramanlarını her koşulda alt etmeyi bilmesi ve onlardan daha üstün olduğunu göstermesidir. Homeros destanlarında çok akıllı, çok sabırlı ve her türlü zorluğa karşı çare bulma yetisine sahip bir insan olarak geçer.
Odysseus çocukluğundan itibaren gerek babasının konumu gereği, gerekse kendi gelişme sürecinde devlet ve otorite ilişkileri dışında kalır, şehrin ve devletin iç sorunlarından çok, doğa ile ilgilenir. Paris gibi sürülerle, bağ ve bahçelerle uğraşır. Paris kadar cüretkâr olup, gönlü olduğu halde Helena’ya talip olmaz, akıllı davranıp bu sevdadan vazgeçer. Fiziksel gücünün yetmediği durumlarda gereğinde yalan söyleyip, masallar uydurur ve kendisini kurtarır. Savaşa girmemek için deli numarası bile yapar. Akhilleus’u kurduğu düzenle kandırıp, savaşa girmeye razı eder. Savaşa devam ederek Tro- yalılarla baş edemeyeceğini anlayınca, tahta at fikrini ileri sürer ve başarır. Tanrıçalar, ölümlü insanlarla evliliği aşağılayıcı buldukları halde Odysseus’a âşık olmuşlar, onunla evlenmek istemişlerdir.
Savaş sonrası on yıl boyunca vatanı İthake’ye ulaşamaz. Maron’dan aldığı şaraplarla Tepegöz Polyphemos’u sarhoş eder, Tanrı Poseidon’u kızdırdığı için denizlerle, fırtınalarla boğuşur, bilici Teiresias’ın ruhunu bulmak için ölüler ülkesine bile gider. Akdeniz’de akıl almaz serüvenler sonrası tek başına bir tekne ile ülkesi İthake’ye varır.
Aineias, Tanrısal özellikleri açısından Priamos oğullarından üstündür. Troyalı prens Ankhises ve Tanrıça Afrodit’in oğludur. Savaşta Afrodit onu her fırsatta korur. İlyada’nın 20. bölümünde Tanrı Poseidon, savaşta Hektor ile omuz omuza savaşan Aineias’ın, Daidanos soyunu sürdürmekle görevli olduğunu söylemiştir. Troya’nm yıkıntılarında Roma tarihini arayan Vergilius, Odysseia benzeri uzun bir Akdeniz serüvenine Aineias’ı çıkarır.
“Atıyordu Juno Troyalıları Danaosların,
Acımasız Akhill e us ‘un hıncından kurtulanları,
Engin sulara tutsak olanları Latium’dan uzaklara.
Bunlar, uzun yıllar, denizlerde başıboş dolaştılar,
Böylesine güç çetin olmuş Roma’nın kuruluşu”
Troya’dan ayrılan Aeneas, Tiber Irmağı’nın suladığı topraklara ulaşmak için önce Trakya, Girit ve Sicilya’ya varır. Afrika kıyılarında, Kartaca’da gemisi kazaya uğrar. Burada Kraliçe Dido ile uzun bir aşk hayatı yaşayan Aeneas, Tanrı Mercurius’un set uyarısı ile yoluna devam eder. Kraliçe ise kendini öldürür. Tiber Irmağı’na ulaşan Aeneas, yörenin kralı Latinus’un Tunuslu nişanlısı Lavinia ile evlenmek ister. Bu duruma içerleyen Turnus’la savaşıp Troyalıları zafere ulaştırır ve Lavinia ile evlenerek Lavinium kentini kurar.
1200 yılında Brutus, Troya ırkının geçmişte devler ülkesi olan İngiltere’ye geldiğini ve Londra’da Troynovant’ı (Yeni Troya) kurduğunu yazar. İngiliz ozan Spencer ve Dryton, bu efsaneyi şiir olarak yazmıştır.
KÜRŞAT BAŞDEMİR
DİPNOTLAR :