efes

TANRIÇA ARTEMİS’TEN MERYEM ANA YA EFES

 

 “İnsanlar değişik olanın, kendisiyle nasıl uyuştuğunu bilmezler.

Karşıt gerilimlerin uyuşumudur o. Yayla lir’in uyuşması gibi.” (1)

Efesli Herakleitos

 

 

Anadolu, batıdan doğuya, doğudan batıya göç eden insanları, kültürleri ve dinleri birbiriyle buluşturan tarihi bir köprüdür. Bu köprünün yıpranmış taşları, yıllardır taşıdıkları onca yüke rağmen, günümüzün koşullarına direnir. Efes, Doğu’nun zengin birikiminin Batı uygarlıkları ile kaynaştığı ilk büyük kentlerden biridir. Geçmişi ge­leceğe bağlayan ipuçları, çalkantılı değişimlerle dolu tarihinde gizlidir.

Efes’in kuruluş efsanelerinden birine göre, kenti kuranlar, ku­racakları yer konusunda kararsızdırlar. İşin içinden çıkamayınca bir biliciye başvururlar. Bilici bir balık ve yabandomuzunun onlara yön göstereceğini söyler. Bir gün balıkçılar deniz kenarında balık kızartırken mangaldan fırlayan bir balığın üzerindeki kor parçası tah­taları tutuşturur ve yangın çıkar. Bu arada çalıların arasına gizlenen bir yabandomuzu yanmamak için kaçınca, onu yakalayıp öldürürler. Kehanetin sonucunda kent buraya kurulur ve bir liman yapılır. Sim­gesel olarak kentin ana caddesine bir yabandomuzu heykeli dikilir. (2)

Başka bir efsaneye göre, kenti Tlemiskyra’dan (Terme) gelen kadın savaşçı Amazonlar kurmuşlar. Amazonlar Anadolu’nun Kybele’sini Efes’e getirip ilk Artemis Tapınağı’nı inşa etmişler. Artemis için gerçekleştirdikleri ilk ayinlerini de Amazon kraliçesi Hippo’nun adaklar sunduğu bir kayın ağacının dibinde yapmışlar.

Hititlerin İÖ 1400 yıllarında bölgeye gelişleri ve bölge halkları ile kaynaştıklarını kanıtlayan yeterince bilgi vardır. Hititler doğudan gelip, Karabel geçidinden Efes’e gelmişler ve Ege kıyılarına ilk ulaştıklarında Keteians adı ile anılmışlardı. İnsan kafalı ve at bedenli Kentaurlar İyonya halkının gördüğü ilk Hitit atlılarıydı. Hititlerin du­varlara yaptığı dev gözlü profil yontular Ege halkları tarafından tek gözlü kikloplar olarak adlandırılmıştı. Hitit ve Miken-Girit kültürleri yörede İyon uygarlığının temellerini oluşturmuştur. (3)

Strabon, Geographika’nın 14. kitabında kentin geçmişini şöyle anlatır:

“Ephesos kenti hem Karialılar hem de Lelegler tarafından iskân edilmişti. Fakat Androklos bunları sürerek, kendisiyle birlikte ge­lenlerin çoğunu Athenaion ve Hypelaion dolayına yerleştirdi, aynı zamanda Koressos dağının yamaçlarındaki ülkenin bir kısmını da bu yerleşmenin içine aldı. Ephesos, Kroisos’a kadar bu şekilde iskân edildi. Sonradan halk dağ yamaçlarından aşağı indi ve Aleksandros’a kadar şimdiki tapınağın dolaylarına oturdu.” 

Artemis’in Efes’e Gelişi

Çatalhöyük’ten beri Anadolu’daki en kutsal varlık olarak bilinen Ana Tanrıça, Ege’de karşımıza Artemis olarak çıkmaktadır. Yunan mitolojisine göre, Leto önce Apollon’u Delos’ta, daha sonra Artemis’i bıldırcınlar yeri Oıtygia’da doğurmuştur. Birçok yer Ortygia olarak anılmasına rağmen, Efes yakınlarında olduğuna dair birçok tutarlı görüş vardır. Artemis, babası Zeus’tan sonsuza dek bakire kalmayı di­lemiş ve perileri ile birlikte hep bakire kalmıştır. Ok, yay, at ve ara­bası onunla bütünlük oluşturur. Sık sık geyik avına çıkar. Av­lanmaktan yorgun düşünce kendini müziğe verir.

Artemis Ay Tanrıçası ‘dır. Tacı ayın üç ayrı dönemini temsil ettiği gibi, kadının gelişimini de temsil eder. Hilal yeni doğmuş bir kızı, yarımay genç kızlığa geçişi, dolunay ise olgunluğu, doğurganlığı ve analığı simgeler. Bu üç yönüyle Artemis bakire, kadın ve anadır. Bakireliğin ve analığın yan yana olması yüzyıllar sonra kutsal sayılacak ve 20. yüzyılda bile kutsallığını kaybetmeyen bir ananın müjdecisi olacaktır. Başının arkasındaki dolunay diskinin her iki yanında bulunan beş ayrı mitolojik imajı temsil etmekte, boynundaki gerdanlıkla da bitkiler dünya­sını, gerdanlıktaki kolye ile de Orion takımyıldızlarını sembolize et­mektedir. Çok memeli diye tanımlanan Tanrıçanın göğsündeki nesneler­in hurma meyveleri veya Artemis kraliçe arıyı simgelediğinden dolayı erkek arı gövdeleri olduğu yolunda görüşler ortaya atılmıştır. Bazı yo­rumcular bunların yumurta olduğu görüşüne ağırlık vermişlerdir. Bu yo­rumların hangisi doğru olursa olsun, hepsi de bereketi sembolize eder. Dua edenler onu “doğanın ulu anası” diye anarlar. Kısacası Artemis do­ğayı simgeler, kadına ait özellikleri ile doğanın cinsiyetini belirler. Bun­dan dolayı yüzyıllardır toplumsal bilincimiz doğayı kadın olarak algılar.

Ege’nin Tanrıçası Artemis Doğu ve Batı’nın kültür değerlerinin birleşimidir. Anadolu’da Çatalhöyük’te yaşayan Ana Tanrıça, Me­zopotamya’da İştar, Orta Anadolu’da Hepat, İç Batı Anadolu’da Kybele, Ege’de Girit ve Miken öğelerle donanarak Artemis olmuştur. Ana Tanrıçanın özünde simgelenen bu birikim İyonya uygarlığını ya­ratmıştır. Bu uygarlık ki, dünya tarihinin ve bilimin öncülerini ortaya çıkarmıştır,

Artemis Tapmağı, yaşayan Efes tarihi boyunca çeşitli saldırılara, sa­botajlara maruz kalsa da, genelde burada yaşayan halk ve sonradan ge­lenler için kutsal sayılmıştır. Arkeolojik kalıntılar ve tarihi bilgiler, ilk tapınağın İÖ 8. yüzyılda yapıldığını ve Kimmerler tarafından yıkıldığını ortaya çıkarmıştır. Mimar Khersiphron IÖ 6. yüzyılda tapınağı yeniden inşa ettirmiş. Ancak henüz bitirilemeden, bütün diğer vasıflarının yanı sıra Doğum Tanrıçası olan Aıtemis’in Büyük İskender’in doğumuna git­mesinden yararlanan Herostratos tarafından yakıldığı ileri sürülmektedir. Yıllar sonra, İÖ 334’te Büyük İskender kente geldiğinde yapım hâlâ devam etmektedir. Kusursuz yapının devam ettiğini gören Büyük İskender çok etkilenmiş ve adak yazıtında kendi adının da geçmesi koşulu ile maddi yardımda bulunacağını belirtmiştir. Bu öneri, bir tanrının, diğer bir tanrıya adakta bulunamayacağı söylenerek red­dedilmiştir. Roma döneminde tapınak, değerli eşya ve zenginliklerin saklandığı güvenli bir yerdi. Bu gelenek zamanla bankacılık benzeri bir ticari ilişkiye dönüşmüştür.

Efes ve Herakleitos

Değişimler kenti Efes, zamanın bir durağında antikçağın en önemli felsefecilerinden Herakleitos’u konuk etmiştir. Herakleitos’un şansı Efes’te dünyaya gelmesidir. Kaystros (Küçük Menderes) Irmağı’nın kıyısında Ege’ye akan suları izlerken, hem doğada hem de toplum yaşamında, varlığın zamanın içerisinde sürekli devindiğini keşfetmiştir:

“Aynı şeydir yaşayanla ölmüş, uyanıkla uyuyan, gençle ihtiyar, çünkü bunlar değişince öbürleri olur, öbürleri değişince bunlar. Soğuk ısınır, sıcak soğur, yaş kurur, kuru nemlenir. Olduğu yerde kalan hiçbir şey yok. Aynı ırmaklara girenlerin üstüne hep başka sular akar. Aynı ırmaklara giriyoruz hem girmiyoruz. Hem biziz hem değiliz.” (5)

Zıtlıklar içinde birliği gören Herakleitos’un sürekli akış öğretisi diyalektik düşüncenin temel taşlarıdır. Devim ve değişmenin doğa ve insanın yapısında temel olduğunu ilkönce o ileri sürmüştür:

“Dünya birdir, ne bir Tanrı tarafından yaratılmıştır ne de insan tarafından, bir yasaya göre yanan ve bir yasaya göre sönen ve başı sonu olmayan bir ateştir.” (6)

Herakleitos evrensel birliği logos kavramı ile anlatır. Logosun in­sanların hepsinde ve her şeyde ortak olduğunu savunur. Logos ortak olduğu halde, insanların onu kendilerine özgüymüşçesine yaşadıklarına inanır. Herakleitos’a göre logos, var olan her şeyi yöneten tek ve değişmez doğa kanunudur.

Meryem Ana ile birlikte Efes’e geldiğine inanılan Aziz Jean’ın yazdığı İncil şu sözlerle başlar:

“Başlangıçta söz vardı ve söz Tanrı ile beraberdi ve söz Tanrı idi.” (7)

Bu cümledeki söz, Yunanca logos kavramının çevirisidir. He- rakleitos’un İsa’dan beşyüz yıl evvel tanımladığı logos, İncil’de geçen bu sözlerle Tanrısal bir kimlik kazanmıştır. Logos tarih akışı içerisinde felsefi anlamda varlığını çeşitli biçimlerde sürdürmüştür. Bu kavram daha sonra antikçağ düşünce ve inançlarına dinsel bir boyut getiren stoacılar tarafından tanrısallaştırılmıştır. Stoacılar, bilmeden Hıristiyan dünya ile bir bağ kurulmasını sağlamışlardır.

Hıristiyanlığın Anadolu’da Gelişmesi

Aziz Paulos, Yahudi kurallarından arındırılmış ve özünde yeni bir Yahudilik anlayışı sunan Hıristiyanlığın yaygınlaşmasında önemli bir misyon üstlenmiştir. Bu yeni din, gelecekte mutlu ve güzel bir yaşam vaadi ile, Roma İmparatorluğu’nun doğu kesimlerinde kölelerin ve ezi­lenlerin dini olarak ortaya çıktı. Egemen sınıfın çıkarları ile çatıştığından ezilmeye çalışıldı. Bu yönü ile, eski köleci toplumun ye­nilenip feodal toplum aşamasına geçişinde devrimci bir öğe olmuştur.

Roma döneminde 250 000 nüfusa ulaşan Efes, Hıristiyanlığın hızlı yayılmacılığına rağmen, antik Artemis kültü ile ayakta du­ruyordu. İS 53 yılında kente gelen Aziz Paulos çok küçük bir Hıristiyan topluluğu ile karşılaştı. Üç yıl boyunca başarılı çalışmalar yaptıysa da, güçlü bir dirençle karşılaştı. Aziz Jean’ın da Meryem Ana ile Efes’e gelip kilise kurduğu ileri sürülmektedir.

img_0074

Efes’te, Artemis’e sunulan giysi ve takılar kendine özgü bir ticaret sistemi oluşturmuştu. Tapmaktaki Tanrıça heykeline giydirilen bu ziy­net eşyaları aynı anda kullanılamadığından, seçilen zengin ailelerin kızları (giysi kızları) bu görevi üstlenir ve giyerlerdi. Bu giysilerin ve takıların sık sık değiştirilmesi gümüş ustaları için çok iyi bir pazardı. Bu nedenle Aziz Paulos’un Hıristiyanlaştırma hareketleri en çok onları rahatsız etmişti. Demetrios adlı bir gümüş ustası mesleğinin tehlikeye gireceğini sezerek, meslektaşlarından oluşan bir heyetle, tiyatroda Aziz Paulos’un vaazında halkı kışkırtır. Halk hep bir ağızdan “Yücedir Efes­lilerin Artemis’i” diye bağırır. Kent meclisini temsil eden sözcü halkı yatıştırmak için aşağıdaki açıklamayı yapmak zorunda kalır:

“Ephesos kentinin, yüce Artemis Tapınağı’nın ve Zeus’tan in­dirilen Tanrı taşının koruyucusu olduğunu bilmeyen var mı? Bunlar yadsınamaz gerçeklerdir. Onun için susmanız ve ölçüsüz davranıştan kaçınmanız gerekir. Buraya getirdiğiniz bu adamlar ne bir tapınak hırsızıdır, ne de Tanrıçamıza sövmektedirler. Ama Dimitrios ve sanatçı arkadaşları birinden davacı iseler, mahkemeler açıktır, yargıçlar vardır. Birbirlerini suçlasınlar. Yok eğer sorunu daha ileri götürmek istiyorsanız, bu, yasal top­lantıda çözülmeli. Çünkü bugün geçen olaylar yüzünden ayak­lanma suçunun bizlere yüklenmesi tehlikesi içindeyiz. Bu taşkınlığın hesabını da verebilecek durumda değiliz.” (8)

Bu açıklama sonucu kent meclisi halkı yatıştırır ve bu olay kapanır. Fakat Aziz Paulos kenti terk etmek zorunda kalır. Burada özellikle dikkati çeken husus, halkın karşı koymasına rağmen, onları yatıştırmak için resmi paganist güçlerin Paulos’u aklayıp meşrulaştırmalarıdır. Yine de Paulos’un üç yıllık çabalarına rağmen, Efesli ilk Hıristiyanları zor günler beklemektedir.

Eski Yaşamı Atın, Yenisini Kuşanın

Paulos İS 60-64 yılları arasında Roma’da tutukluyken İncil’de yer alan “Ephesoslulara Mektup” adlı yazısında Efeslilere. seslenir. Bu mektubun “Eski yaşamı atın, yenisini kuşanın” başlıklı bölümünde Efes halkının Artemis’i terk etmeyi reddeden tepkisine karşılık verir:

“Bundan böyle ulusların kafasızca vakit geçirdikleri gibi geçirmeyin vaktinizi. Onların anlayışları kapkaranlık olmuştur. Bilgisizlikleri ve yüreklerindeki katılık yüzünden Tanrı yaşamının dışında kalmışlardır. Bu insanlar duygularım uyuşturarak, her türlü iğrençliği yapmak için kendilerini açgözlülüğe, soysuzluğa bıraktılar. Ama sizler Mesih’i bu yolda öğrenmediniz. Eğer O’nun sözünü duydunuz, O’nun bağlıları olarak gerçeğin İsa’da olduğu yolunda eğildinizse, aldanışın yol açtığı tutkular ardından koşarak yıkıma giden önceki yaşantınıza özgü eski kişiliğinizi atın üzerinizden. Aklınızı ve ruhunuzu tamamen yenileyin; öte yandan Tanrıya benzer yaratılan yeni kişiliğinizi kuşanın. Bu yeni kişilik gerçeğe bağlı doğrulukla ve kutsallıkla belli eder kendini. Böylece yalanı üzerinizden atıp hepiniz soydaşlarınızla gerçeği konuşun. Çünkü hepimiz parçalarıyız. Öfkeye kapılınca bunu günaha dönüştürmeyin. Öfkenizin üzerine güneş batmasın. İblise fırsat vermeyin.” (9)

Yedi Uyurlar

Efes’te Hıristiyanlığın ilk günlerinde sınıfsal çelişkiler aitmiş, in­sanları kitlesel olarak kucaklayan Pagan dininin eski gücü kalmamıştı. Artemis Tapmağı zenginlerin kullandığı bir bankaya dönüşmüştü. Artık yozlaşmış tapmağa giremeyen yoksullardan küçük bir azınlığın umudu ise, ezilenlerin koruyucusu saydıkları İsa idi. Otoriteyi elinde tutan Romalı zorbalar ise, zulümlerini bu insanlar üzerinde yoğunlaştırıyordu. Efsaneye göre, bu durumdan kaçan Hıristiyan yedi genç adam bir mağaraya sığınmışlardı. Adları Yemliha, Mislina, Mürselina, Memuş, Tebemuş, Sazenuş ve Kefeştatayuş idi. Kıtmir adında bir de köpekleri vardı. Romalılar bir gün gelip, mağaranın girişini koca kayalarla kapatırlar. Yedi adam mağarada öyle bir uykuya dalmışlar ki, yüzyıllarca uyumuşlar. Bir gün mağaranın yanında incir ağaçlarının di­binde keçilerini otlatan bir çoban girişteki kayalardan birinin oynadığını fark edip, kayayı içeri biraz daha ışık girecek şekilde aralamış. Mağaraya sızan ışığın etkisiyle Kıtmir uyanmış ve havlamaya başlamış. Kıtmir’in sesini duyan yedi adam yüzyıllar süren derin uy­kularından uyanmışlar. Birden acıktıklarını fark edip Memuş’u fırından ekmek almaya yollamışlar. Fırıncı daha önce hiç görmediği eski parayı incelemiş ve Memuş’u kalpazanlıkla suçlamış. Başpapazla birlikte mağaraya gitmişler ve şaşkınlıkla bu mucize durumun farkına varmışlar. Olay, dönemin Bizans İmparatoru II Theodosius’a yansımış. Theodosius Efes’e gelerek yedi uyurları takdis etmiş. (10)

Sonraları yedi uyurlar, yoksullar açısından Hıristiyan Bizans’ın düzeninin de Roma döneminden pek farklı olmadığını anlamışlar ki, mağaralarına çekilip sonsuza dek uyumuşlar. (Y.N.)

Meryem Ana Efes’te

Yedi uyurlar uyandığında, Artemis çoktan Hıristiyanlaşarak Mer­yem Ana olmuştu. Her nasılsa, İbranice genç kız anlamına gelen almah sözcüğü Yunancaya bakire olarak çevrilmişti.(11) Meryem de Artemis gibi bakireydi. Gerçi Hıristiyanlar kilisenin ilk zamanlarında Meryem’in herhangi bir pagan Tanrıça ile karıştırılması kaygısıyla ona tapınmaktan çekinseler de, Tanrı anası anlamına gelen Theotokos sıfatını vermişlerdir. Bu sıfat 5. yüzyılda Tanrı ve insan arasındaki ayrımı bir karmaşaya dönüştürdüğü gerekçesiyle kaldırılmak istense de, bu öneri Efes Konsül’nde reddedilmiştir. İncil’in yorumu açısından sorun çıkaran bu Bakire Meryem Öğretisi, Ortodoks ve Katolik kiliseleri tarafından bugün de kabul edilmektedir.

Alman rahibe Katherina Emmerich (1774-1824) düşünde Meryem Ana’yı ve yaşadığı yeri gördüğünü ileri sürerek yerini tanımlamıştır. 1891 yılında İzmir’de bulunan Lazarist keşişler bu bilgilere dayanarak Efes yakınlarında anlatılanlara uygun bir mekân bulmuşlardır. Araziyi satın alıp, buraya yol yaptırmışlardır. Rahibe Katherina, Meryem’in mezarının dağın tepesine doğru olduğunu söylemiştir, fakat böyle bir mezar bulunamamıştır. Meryem Ana’nın son günlerini geçirdiği kabul edilen bu eve Katolik Kilisesi önceleri çekimser kalsa da, Papa XXIII. Johannes 1961’de burayı kutsal haç yeri ilan etmiştir.(12) Meryem Ana Evi’nin bulunduğu Arvilia Vadisi’nde yapılan arkeolojik kazılarda, Artemis’e ait birçok adak kalıntısı bulunmuştur.

Meryem’in evinin bulunduğu yer, Leto’nun Artemis’i doğurduğu bıldırcınlar yeri Ortygia’dır. Dolayısıyla burası hem Meryem Ana, hem de Artemis açısından kutsal bir yerdi. Evin aşağısındaki vadide eskiden Tanrıça Artemis için festivaller yapılırdı. Meryem Ana evinin yakınındaki kutsal su ise antik dönemdeki Kenkirus’tu. Efesliler eski yaşamı tamamen terk etmemiş, yenisini de Artemis’in sıfatlarını Meryem Ana’ya vererek kuşanmışlardı.

Efes, en sakin zamanlarında bile çok gürültülüdür bana göre. Rüzgârdan dağılmış saçlarına aldırmayan, vahşi silahlarıyla at koşturan Amazon savaşçıları, antik tiyatroda Tanrıça Artemis’e haykıran kent­liler, festival öncesi takılarım şıkırdatarak koşuşturan telaşlı giysi kızları hep iç içedir. Tanrı Dionysos yüksek bir tepede oturmuş şarabını zevkle yudumlarken, Tanrıça Artemis kibirli bakışlarıyla gülümseyerek Meryem Ana evine gelen ziyaretçileri izlemektedir.

Herakleitos, Kaystros Irmağı’nın kıyısına oturmuş düşünür: “Panta Horei! Kai auden Menei! Panta Rei!’ (Durmadan devinir! Hiç durmaz! Hep akar!) Yedi uyurlar ise, mağaralarında derin uykudadırlar. Hiçbir şeye aldırmaz, sonsuza dek hep uyurlar.

KÜRŞAT BAŞDEMİR

 

DİPNOTLAR :

  1. B. Russell, Batı Felsefesi Tarihi, çeviren M. Sencer, s.50.
  2. E.G. Bean, Eskiçağda Ege Bölgesi, çeviren İ. Delemen, s. 140.
  3. Halikarnas Balıkçısı, Merhaba Anadolu, s.55-57
  4. Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası, çeviren A. Pekmen, s. 157.
  5. A. Erhat, İşte insan, s.70.
  6. Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, c.2, s.308.
  7. Halikarnas Balıkçısı, op.cit., s.77.
  8. İncil, Kitabı Mukaddes Şti., s.277.
  9. İbid, s.388-389.
  10. A. Erhat, Mitoloji Sözlüğü, s. 191.
  11. İ. Alkan, İsa Gerçekten Yaşamışmıydı?, Bilim ve Ütopya Dergisi, Ocak 1997 s.33
  12. Ana Britannica c.15, s. 602.