TANRI ANANIN SAVAŞÇILARI adsiz

Amazonların bizlerde bıraktığı imaj, mitolojik öyküler ve günümüze ulaşmış resim ve kabartmaların ürünüdür. Bu imaj, ataerkil toplum yapılarının ifade biçimidir. Bizler onların anlattıklarını ve yazdıklarını veri olarak kabul edip, benzer bir yaklaşımla onları tanımlıyoruz. Bu konuda arkeolojik buluntu yetersizliği ve verilerinin Anadolu’daki yazılı tarihöncesine dayanması, bizlerin onların tarihsel gelişim sürecindeki yerlerini doğru algılamamızı engelliyor. Çeşitli tarihçi ve coğrafyacıların bizlere anlattıkları öyküler bizlere Amazon toplulukların tarihsel süreç içindeki son evrelerini yansıtıyor. Ataerkil toplum yapılarının ürünü olan bu öyküleri aktaranlar,’ yaşam biçimleri alışılagelmişten farklı bu kadınların yaşam biçimlerini kimi zaman hayretle, kimi zaman hayranlıkla, kimi zaman da aşağılayarak anlatıyorlar. Öyküleri anlatanlar genellikle Yunan tarihçiler, görüşler on­lara ait, ama yine de Anadolu’nun yerli halklarının onlara duyduğu, kökleri çok eskiye dayanan sevgiden de söz etmeden geçmiyorlar. Kah­raman kadın savaşçıların serüvenlerinden farklı bir bakış açısı ya­kalamak için Anadolu halklarının neolitik dönemden demir çağına, ata­erkil döneme değin toplumsal değişim süreçlerini gözden geçirmekte fayda vardır. Ortadoğu toplumlarından farklı ve çok uzun bir kültürel bi­rikime sahip bu anaerkil dönem, birbirinden farklı gelişmelerin izlendiği tarihsel zenginliğe sahiptir. Anadolu halkları bizler için bu çok bi­linmeyenli birikimi, erkek egemen toplum yapılarına eklemlemişlerdir.

Anadolu’da Yaygın Anaerkillik

Anadolu, jeomorfolojik yapısı gereği, genel olarak ilk çağlarda ve daha sonra, yarımadaya tam egemen bir toplum yapısının gelişmesineizin vermemiştir. Kuzey ve güneyden sıradağlarla çevrili olması, doğudaki yüksek dağlar ve batıdaki denize dik dağlık bölgeler bölgesel kapalı alanlar oluşturmuştur.(1) Tarih boyunca büyük imparatorluklar ku­rulsa bile çöküş dönemlerinde yine bu kapalı bölgelerde özgün beylik devletleri ile toplumsal yaşam devam etmiştir. Orta Anadolu’da Yukarı Kızılırmak havzasında gelişen Hitit devleti, imparatorluğa dönüşme sürecinde güney bölgelere doğru bir yayılma göstermiştir. Büyük im­paratorluk döneminde Hititler kuzey bölgelerde fazla yayılma göstere­memiş, sıradağların ardındaki Amissa (Samsun) ve Themiskyra (Terme) bölgelerinde imparatorluk sınırlarından farklı bir yaşam devam etmiştir. Amazon kavimlerinin yaşadığı bu bölgelerde denizci kavimler gelip de onları tanıyana kadar anaerkil yaşam bölgede bağımsız bir şekilde devam etmiştir. Batı bölgelerinde ise Likyalılar, Lelegler, Pelasglar ve Troyalılar gibi etnik devletler oluşsa da, Anadolu ölçeğine büyük bir devlet kurulamamıştır. Kısaca Anadolu genelinde, Hitit İmparatorluğu haricindeki diğer bölgeler farklı ölçeklerde anaerkil yaşamı devam et­tirmişlerdir. Örneğin Likyalılar batıdan gelen ataerkil Yunan kavimlerine rağmen eski özgün yapılarını fazla değiştirmemiş, anaerkil düzenin özelliklerini korumuşlardır. Soy zincirleri ana yanlı devam etmiş, er­kekler baba adlarıyla değil, ana adlarıyla anılmışlardır. Güneyde Ka- rialılar ise, erkek adları baba yanlı anılmasına karşın, yine de Halikarnassos’un Karialı Kraliçe Artemisia tarafından yönetildiği dikkate alınırsa kadınların toplum yapısındaki etkileri daha iyi anlaşılır.(2) Yunan istilası öncesi Anadolu’nun yerli halklarından Pelagsların kuzeyden, Ka­radeniz kıyılarından geldikleri konusunda ciddi kanıtlar vardır.

Amazonların Kökeni

Pek fazla sorgulanmayan konulardan biri de, Amazon halkının kökenidir. Halikarnas Balıkçısı’nın Amazonların Hitit papaz kadınları olduğu yolunda yorumlarına rağmen, onları başlı başına bir Anadolu kavmi kabul etmek bana göre daha gerçekçi bir yaklaşımdır. Amazon sözcüğünün kökeni konusunda tarihçi Heredotos’un yorumu, İskit di­lindeki “oiorpata” sözcüğünden kaynaklanan erkek öldürenlerdir.(3) Diğer bir görüş de, daha iyi ok atabilmek için memelerinin birini kes­tiklerinden, A-mazones, yani memesiz ismini aldıklarıdır. Bilge Umar’ın Türkiye’de Tarihsel Adlar kitabındaki görüşü ise, bu sözcüğün Sam­sun’un eski çağlardaki adından türetildiğidir. Luwi dilinde Samsun’un karşılığı Amissa (Amissawana) idi. Bu sözcük Kutsal Ana’nın ülkesi anlamına geliyor.(4) Amazonların bu bölgede yaşayan halklar olduğu göz önünde bulundurulursa, bu yaklaşım en mantıklı olanıdır. Bu anlam Amazonlara çok önemli bir misyon da yüklemektedir. Onlar, Tanrı Ana’nın yeryüzündeki savaşçılarıdır. Bu misyon, Ege’de Yunan istilası öncesi anaerkil bir hareketin önderliğidir. Mitolojik öyküler Amazon kavimlerinin Ege dünyasını toptan etkilediklerini ve Ptiene, Myrina, Kyme, Symrna ve Efes gibi şehirlerin onlar tarafından kurulduğunu anlatır. Amazonlar, Ege dünyasını sarsan böylesine büyük bir hareketi gerçek­leştirecek kadar güçlü ve kalabalıktırlar. Onları, tarihte bahsi geçtiği gibi ÎÖ 1000’lerde değil, İÖ 3000’lerde aramalıyız. Çünkü bu şehirlerin ilk or­taya çıkış tarihi Yunan istilalarının çok öncelerine dayanır.

Önceleri denizcilikle pek ilgili olmadıkları anlaşılan Amazonların mitolojik öykülerde gemilerle Ege Denizi’ni aşıp Atina kapılarına da­yandıkları anlatılır. Özellikle İlyada’da Homeros Amazonları bir Ana­dolu kavmi olarak net bir şekilde tanımlar. Heredotos ise ayrıntılı bir şekilde İskit kavimleri ile Amazonların ilişkilerini anlatır.

Tanrı Ana Kültü

Anadolu ataerkil gelişmeleri yaşarken, Amazonların aynı zaman dilimi içerisinde kadınların egemen olduğu bir avcılık ve toplayıcılık deneyiminden geçtiği söylenebilir. Bu çerçevede Tanrı Ana kültünün evlerden tapınaklara taşınması kadınların egemen olduğu bir düzen yapısında gerçekleşmiştir. Neolitik dönemdeki Tanrı Ana kültü sonraları Kybele’ye dönüştüğünde nitelikleri fazla değişmemişti. Yine doğayı, toprağı ve bereketi temsil ediyordu. Batı Anadolu’da Artemis tapınakları ortaya çıktığında Tanrı Ana yeni nitelikler kazanmıştı. O artık doğurgan, bakire, avcı, okçu ve savaşçı bir Tanrıça idi. Yeni Tanrılar düzeni ile rekabet eden bir kimlik de kazanmıştı. Anadolu halklarının ana kraliçesiydi o. Gereğinde avlanan, savaşan bir kraliçe. Tıpkı Amazon savaşçıları gibi. Anadolu halkları için, çoktanrılı dönemde adeta tektanrılı bir dinin simgesiydi. Bu durum Hıristiyanlığın Anadolu’da yaygınlaşmasına değin sürdü. Hatta Mer­yem Ana’yı bile nitelikleri ile etkiledi. Efes halkı Hıristiyanlığa başkaldırıya, Artemis’i yücelterek direndi.

Günümüzde Amazonların Artemis kültünü Batı Anadolu’da yaygınlaştırmaları ile ilgili söylenceler dışında fazla bir veri yoktur. Ancak Efes’te yapılan son arkeolojik çalışmalar söylenceler ile örtüşüyor. Efes’teki son buluntular ÎÖ 3000 yıllarına dayanıyor. Bu durum kentin kuruluş tarihinin Yunan istilalarından çok daha gerilere gittiğini gösteriyor. Yerin 15 metre altında dev meşe polenlerinin bu­lunması ve diğer bazı buluntular, Artemis kültünün Amazonlar öncülüğünde Efes’te geliştiği yolundaki düşünceleri doğrular ni­teliktedir. Tarihçi Pausanias, Amazonların ilk Artemis Tapınağı ra­hibeleri oluğunu belirtir. Bunlara Melissa denildiğinden söz eder. (5) Amazonlar şehre ilk geldiklerinde bir kayın ağacının altına Artemis yontusu dikmişler ve çılgınca dans etmişlerdir. Daha sonra dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapmağı inşa edilmiştir.

Anadolu’daki Dionysos törenleri ile Amazon dansları arasında büyük benzerlikler vardır. Bu törenlerde anaerkil döneme ait ge­lenekler yıllarca devam etmiştir. Törenler esnasında çocuklarını bırakıp hayvanları emziren anneler çok eski bir alışkanlığı dinsel bir törenle anarlar.

Ataerkil Yunan kavimleri Anadolu’ya ilk geldiklerinde yerli halk­ların direnci ile karşılaşmışlar. Bu anaerkil direnç yıllar boyu kınlamamış, yıkıntıların ve dumanların altında oluşan yeni uygarlık geçmişin izlerini silememiştir. Sonunda Artemis Yunan dünyasında da saygın bir Tanrıça olarak yer almıştır.

Bizler Amazonları Ataerkil kavimlerin bizlere aktardıkları ile tanıyoruz. Oysa belgelenmeyen tarihin bizlere anlatacağı çok şey var. Anadolu doğayı, bereketi ve bolluğu kadının vücudunda simgeledi. Bu simge bir tanrıçaydı. Amazonlar ise bu tanrıçanın yılmaz savaşçılarıydı. Tarihin hiçbir döneminde yeryüzü böylesine güçlü bir kadın hareketine sahne olmadı.

KÜRŞAT BAŞDEMİR

DİPNOTLAR :

  1. E. Akurgal, Anadolu Uygarlıkları, Net Yayınları, 1987, s. 104.
  2. G. Thomson, Tarih Öncesi Ege 1, çeviren Celal İster, Payel Yayınevi, 3. basım, 1995, s.187.
  3. Herodotos, Herodot Tarihi, 4. Kitap, çeviren M. Ökmen, Remzi Kitapevi, 3. basım, 1991,s.221.
  4. Y. Cıbııoğlu, Kadının Yazısız. Tarihi, Payel Yayınevi, 1996, İstanbul, s. 134.
  5. S. Türkoğlu, Efes’in Öyküsü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 3. basım, 1992, s.25.