SABAHATTİN ALİ İLE BİR EDREMİT YOLCULUĞU

Bir gün kadrim bilinirse,
İsmim ağza alınırsa,
Yerim soran bulunursa,
Benim meskenim dağlardır dağlar…

Uzak tepelerden inerken önce çam ağaçları azalır ve zeytin ağaçları yaygınlaşır. Ansızın Edremit ovası göründüğünde içimde bir sızı yayılır. Biraz ilerde düzlükte yeri belirsiz tümsekteki Muazzez’in mezarı muhtemelen sağımızda kalmıştır. Sonra Yusuf’u beyaz atın sırtında dörtnala uzaklara ulaşmak için giderken düşünürüm. 

Kuyucaklı Yusuf ulaşmışmıdır yaban ellerde onu bekleyen dağlara, yeni hayata, yoksa yolda zabitlere yakalanıp 1914’lerin bir İstanbul gazetesinin arka sayfalarında Arap harfleriye “Edremit Canavarı” diye soluk bir resmi basılmış mıdır? 

Yok, yok! Bunların hiçbiri doğru olamaz. Olsa olsa yanımda oturan ve onu kurgulayan yazarı gibi sorgusuz sualsiz bir dağ başında yakalanıp zabitlerce katledilmiştir.

Edremit 2017. Ovada yayılmış, tarım arazileri azalmış, uzaklardan akşamın ışıkları parlıyor. Yazarsa, gözlüğünü kaldırmış, gözlerini kısmış, 1910’ların beyaz minareli Edremit’ini arıyor uzaklardan. Kim bilir kaç Şakir, kaç Hilmi bey ve kaç Şahinde hanım yaşadı ve yaşıyor bu şehirde. Kim bilir kaç Muazzez-Yusuf aşkı yaşamıştır. 

Gülümser, işaret parmağı ile denizi ve ardındaki Kaz Dağlarını gösterir heyecanla, Sinop damında göremediği deniz gelir aklına.

Tam o sırada arabanın CD’sinde yazar için hazırladığım listede yeni bir parça başlar,

Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü,
Deniz dibidir gökyüzü,
Aldırma gönül, aldırma…

Deniz onu çok uzaklara götürür, soğuk Berlin günlerine. Ellerini oğuşturur. “Klimayı kapatayım mı?” diye sorduğumda, anlamsız anlamsız yüzüme bakmaktadır. Aklındaki Madonna’dır, Kürk Mantolu Madonna. 

O resmi ilk gördüğü güne gider. Benim belleğimde ise bir kayığın içinde elinde esmer bir kadının resmini tutan genç bir adam,(Müşfik Kenter) ve kıyıdan ona seslenen bir yönetmen. (Metin Erksan)

Beni en güzel günümde
Sebepsiz bir keder alır.
Bütün ömrümün beynimde
Acı bir tortusu kalır.

Sonra tekrar İstanbul günleri, Turancı gençlik arkadaşlarından artık çok farklıdır. Onlar da farkındadırlar bu durumun. Acımasız bir baskı altındadır. Onlar için vatan haini bir komünisttir, diğerleri için de lüks düşkünü bir küçük burjuva. Hiçbir zaman anlaşılmayan dahi yeteneği ise çoğu zaman hor görülür. 

Bir başınadır, onu bekleyen Anadolu kasabalarındaki liselerde ve hapishanelerde. Oralardan beslenir çoğu zaman. Konya, Yozgat, Sinop, Balıkesir, Aydın ve Edremit. Onun mekanlarında artık çağdaşları gibi İstanbul değil, Anadolu vardır. Hep daha sahici, daha inandırıcı olan Anadolu. 

Bende hiç tükenmez bir hayat vardı,
Kırlara yayılan ilkbahar gibi.
Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı,
Göğsümün içinde ateş var gibi.

Ona sonraki yılları anlatacaktım; Ülkenin en ünlü müzisyenlerinin şiirlerini bestelediğini, Anadolu’nun en ücra köşelerinde bile şiirlerinin bilindiğini, zamanında değeri hiç bilinmeyen Kürk Mantolu Madonna’nın ikibinli yıllarda en çok satılanlar listesinde aylarca ilk sıralarda kaldığını, kısa hayatında yazabildiği topu topu üç romanın hala kitapçıların ön raflarında olduğunu. 

Yüzüne baktım, beni hiç dinlemiyordu, hala başka bir dünyadaydı,

Ayın şavkı vurur sazım üstüne,
Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne,
Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne,
Ay bir yandan sen bir yandan sar beni.

Coşmuştum, Havran’a yaklaşırken virajlı yollarda gaza bastıkça basıyordum. Düzlüğe indiğimde yola dizilen kırmızı kukaları gördüm ve yavaşladım. Trafik polisi el işareti ile durdurdu. Hız limitini aşmıştım.

Sonra tekrar yola koyulduk, ileride Edremit levhasını görünce sevinçle ona döndüm. 

Yanımdaki koltuk boştu, hiç kimse yoktu. Şaşkın ve üzgündüm, “Bunca zaman kendi kendime mi konuşuyordum?” dedim. 

“Ne fark eder!” dedi, içimdeki ikinci ses.

06.08.2017