LEYLEKLER 5
“Oğlumu bırakın! Kızımı alın!”
Seksenlerin başında Ankara’da öğrenciydim. Meryl Streep’in başrolünü oynadığı “Sophie’nin Seçimi” filmi Akün Sineması’na yeni gelmişti.
Meryl Streep’in bu filmdeki performansı ona 1982 yılının en iyi kadın oyuncu Oscar’ını getirmişti.
Hayatı boyunca çok sayıda ödül almasına rağmen benim için en iyi oyunculuğu hala Sophie’nin Seçimi’ndedir.
Yaklaşık iki buçuk saat süren filmin son sahneleri çok çarpıcıydı. Sophie diğer Yahudi ve komünist direnişçilerle birlikte Polonya’daki Auschwitz toplama kampına götürülür. Yanında oğlu, kucağında ise küçük kızı vardır.
Kampa geldiği ilk gün bir Nazi subayı ona çocuklarından birini seçmesini söyler. Çocuklarından sadece birini ölüme göndermek Nazilere göre Yahudi olmayanlar için bir ayrıcalıktır.
Sophie direnir, çocuklarını vermek istemez. Naziler oğlunu çekiştirerek almaya çalışırken Sophie’nin dudaklarından istem dışı şu sözler dökülür:
“Oğlumu bırakın! Kızımı alın!”
***
Pamuk yumaklarını andıran yavrular yuvanın ortasında birbirine sarılmış kıpraşırken, anneleri onları seyrediyordu.
Leylek yavruları için yiyecek toplamak için uzun bir uçuştan sonra hiçbir yere konmadan tekrar yuvaya dönmüştü.
Neden bu zamana kadar beklemişti ki?
Soğuk günlerde onları korumak için üzerlerine yatmış, yağmurlu günlerde kanatlarını açmış ve ayakta bir çatı gibi saatlerce beklediği olmuştu.
Şimdi ise çok zor bir kararın eşiğindeydi. Gözlerini en küçük yavrudan alamıyor, yuvanın kenarında kıpırdamadan onu izlerken küçük yavru başına geleceklerden habersiz annesine gagasını uzatarak aç olduğu duyurmaya çalışıyordu.
Göç mevsimine çeyrek kala diğer yavrular gelişirken o hala küçücüktü. Oysa en büyük ağabey kanatlarını şimdiden çırpmaya başlamış, ilk uçuş talimlerine hazır olduğunu annesine gösterme çabası içindeydi.
Küçük kuşun büyük kardeşlerine yetişmesine olanak yoktu. Üstelik onların kısa zamanda gelişip göçe katılmaları için daha çok yiyeceğe ihtiyaçları vardı.
Leylek yavrulara kararsız bir adımla yaklaştı ve en küçük kuşu gagasıyla aldı. Tekrar yuvanın kenarına geldi. Küçük leylek dahil bütün kardeşler çığlık çığlığa bağrışıyorlardı.
Leylek gagasındaki yavruyu usulca yuvanın kenarından bıraktı. Küçük leylek düşerken yuvanın kenarındaki dallara tutundu, saatlerce düşmemek için çırpındı, annesinden yardım bekledi.
Anne bu duruma hiçbir şekilde müdahale etmedi, seyirci kaldı. Ne yavrusunu yuvaya geri çekti ne de aşağı düşmesi için itekledi.
(Yuvadan yavruyu atarken leyleğin kararsızlığını bizzat gördüm. Ayrıca seyrettiğim videolarda da benzer durumlara rastladım. Birçok leylek yavrusunu yuvadan atarken benzer davranışlar sergiliyor.)
***
1980’lerde Sophie’nin Seçimi, çocukların cinsiyeti üzerinden Freudyen yaklaşımlarla çok tartışılmıştı. Bugün anne leyleğin davranışı bize Sophie’nin seçiminin de içgüdüsel bir annelik refleksi olduğunu gösteriyor.
Sophie, o an oğlunun büyük olduğu için o zor günlerde hayata karşı daha dirençli olabileceğini düşünmüş ve çok zor bir tercih yapmak zorunda kalmıştı…
Leylek acısını içine gömecek, diğer yavruları ile yaşam mücadelesine geri dönecektir.
Leylek gibi yavruları arasında seçim yapmak zorunda kalan Sophie’nin durumu ise daha acıklıdır;
O oğlunun da Auschwitz’de ölümüne engel olamamış, ona verilen en büyük ceza ölüm kampından sağ çıkması olmuştur…
***
Diğer leylek yavrularının gözleri önünde gerçekleşen ürkütücü travma, belli ki kardeşlerin akıllarından hiç çıkmayacak, yetişkin olduklarında onlar da anneleri gibi davranabilecekler.
Anne leylek bu işi daha yavrular yumurtadan çıkmadan yapabilirdi ama 60 milyon yıllık genleri ona en zayıfını beklemeyi buyurmuştu.
Son yıllarda leylek davranışlarını inceleyen bilim insanları ilginç sonuçlarla karşılaşıyor. Bazı leylekler en küçük yavrularını yuvadan atmıyorlar.
Bunların tamamı yavru iken yuvadan atılmayan en küçük leylekler. Onlar canları pahasına doğa kurallarına direnerek büyük fedakarlıklarla bütün yavrularını hayatta kalmalarını sağlıyorlar.
Doğa “zayıfları” ayıklarken bazı kuşlar buna direniyor.
Doğanın kurallarını acımasızca kendi çıkarı için kullanan insan türü birbirinin üzerine basarak varlığını sürdürmeye çalışırken “alttakiler” hala direniyor.
***
Bugün Cumartesi, Iğdır’dan bir otobüsle Kars’a doğru yol alıyoruz. Günün ilk ışıkları uçsuz bucaksız ovada sessizce parıldıyor.
Maskemi aralayıp, “Sophie’nin Seçimi” filmindeki Stingo’nun gün ağarırken Brooklyn Köprüsü’ndeki son sözlerini karlı ovaya fısıldıyorum:
“Sabah…
Mükemmel ve adil.”