KULE
“Bize kalan tek sığınak, kalabalıktan gitgide uzaklaşmak için durmadan tırmandığımız fildişi kuleydi”
Gerard de Nerval, 1850.
Tanrıya yakın olabilmekti İnsanoğlunun istediği. Babil’in kapısı yükseldi gökyüzüne, günden güne aydan aya. Başlangıçta amaç tanrıya yakın olmak ona yalvarmaktı. Kule yükseldikçe insanoğlu, gün be gün gökyüzüne yaklaşmaktaydı.
İşte o an anladı Tanrı, yerden arşa yükselenlerin asıl amacı tanrıyla boy ölçüşmekti. Bu ne cüretti, bu ne küstahlık.
Ve kızdı İnsanoğlu’na. Gökyüzüne yol yaptığı için. Savurdu, dağıttı binlercesini. Dörtbir yana, savurdu onları, karıştırdı dillerini anlaşamasınlar diye. Böylece binlerce dil oluştu yeryüzünde, binlerce de farklı kavim.
İşte böyle Babilon kulesinin öyküsü. Sonra ne kuleler yükseldi ardısıra. Kilise kuleleri, minareler, fildişi kuleler, gökdelenler, kuleler ve yeni kuleler.
Yıkılan kuleler, sonra tekrar tekrar yeniden yapılan kuleler. Yasaklanan kuleler, zihinlerde yeniden inşa edilen kuleler.
Eril gücün simgeleri ile yarışan kentler ve ülkeler. Vazgeçilemeyen gökyüzü cennetlerine öykünmek için yapılan kuleler.
Unutulan dişil toprak ana ve yeryüzü cennetleri.
Müdevazi ve sevimli Montaigne’in kulesi,
Sırları yüzyıldır çözülemeyen Joyce’un 12 şiline kiraladığı Martello Kulesi.
Deliliğin arifesinde yazılan Kule şiirleri ve kule yazıları…