Ksanthos Düşüyor
Romalı askerler zafer çığlıklarıyla kente girerken, surlarda çaresizce olanları izliyordum. Ksanthos henüz düşmemişti ve mutlaka yapılacak bir şeyler olmalıydı. Bir an, demir parmaklı kapıyı kapatmanın en doğru karar olacağını aklımdan geçirdim. Oysa Komutan Glaukos, bize kapının açık kalacağını söylemişti. Ancak bu durumda Romalılar kente hakim olacak, bütün halkı kılıçtan geçireceklerdi. Bir süre kararsız kaldım, sonra kendini toparladım, koşarak ana giriş kapısının önüne kadar geldim. Elime geçirdiği yarım saplı bir balta ile önce Romalı bir askeri saf dışı bıraktıktan sonra, bütün gücümle kapı halatlarını kestim. Büyük bir gürültü ile kapanan kapının keskin uçlu demir parmaklıkları altında kalan iki Romalı acı iniltileriyle can verdi. Kapı kapanmış, Romalı askerlerin bir kısmı kent merkezindeki agorada mahsur kalmıştı.
Kent halkı, sur içinde kalan Romalı askerlere ellerine geçirdikleri her şeyle saldırıyordu. Meydanda sıkışıp kalan askerler panik içindeydiler. Öfkeli halk onları öldürmekte kararlıydı. Askerlerin arasında Roma ordusuna sonradan katılan bazı Likyalılar, halkın kutsal Sarpedon Tapınağı’na saldıramayacağını düşünerek tapınağa sığındılar. Çaresizlik içinde ne yapacağını bilemeyen diğer askerler de onlara birlikte tapınağa girdiler.
Kentin dışındaki Romalılar içeriye girebilmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Kapıyı zorladılar, ancak demir kapının keskin uçlu parmaklıkları bir daha açılamayacak şekilde toprağa gömülmüştü. Üstelik daha önce kullandıkları merdivenlerin hemen hemen tamamı Ksanthosluların çıkardığı yangında yanmıştı. Bir yandan kalan tahta parçalarını toplayıp tekrar yeni merdivenler yapıyorlar, diğer yandan da sur dibindeki ağaçları kullanarak surlara tırmanmaya çalışıyorlardı. Panik içindeki bu çabalar yine de yeterli olamıyordu.
Ariana ile sur dibinde karşılaştığımızda ona sarılırken gözlerim doldu. O ağlamıyordu; yüzündeki umut dolu ifade henüz kaybolmamıştı. Yıllar evvel çocukluğumuzdan beri sadece ikimizin bildiği kentin doğusunda surların altındaki daracık geçitten söz etti. Bu geçitten dışarı çıkarak Romalıların karargahına gidebileceğimizi ve Brütus’u öldürebileceğimizi söyledi. Önce direndim ve itiraz ettim. Ariana kararlıydı; gelmezsem tek başına o geçitten dışarı çıkacağını ve Roma karargahına gideceğini söylediğinde ona katılmaktan başka çarem olmadığını düşündüm. Geçitten ilk önce Ariana geçti. Ben yıllardır kullanmadığım dar geçitten geçerken çok zorlandım. Ariana’ın yardımı ile sonunda dışarı çıkayı başardık. Ketin doğusundan ormana girerek ilerlemeye başladık. Sonunda ormanın çevresini dolanarak ırmak kıyısındaki karargaha yaklaşmıştık.
General Brutus’un çadırı büyüklüğü ve süsleri sayesinde ta uzaktan rahatlıkla seçiliyordu. Savaş kampı Roma geleneklerine uygun olarak generalin çadırının etrafında bir daire oluşturacak şekilde kurulmuştu. En dıştaki çemberde ordunun süprüntüleri, yağmacılar, katiller, hırsızlar ve fahişeler, bir sonrakinde disiplinli Nubia’lılar, onların arkasında Roma lejyonları ve merkezde de generalin çadırını koruyan ağır zırhlı süvariler vardı. Dağın eteklerinde kurulan oduncu kamplarında yabancılar hiç durmadan ağaç kesiyorlardı. Ben sahile bakarak düşüncelere dalmışken, adını heybetli kentimizden alan Ariana beni kuş cıvıltısına benzer bir fısıltıyla uyardı: “Bak! Boynuzlu adamlar! Buraya doğru geliyorlar!”
Gerçekten de aşağıda, sarp kayaları tırmanarak bize doğru gelen iki adam vardı. İkisi de son derece iri yarıydı ve ilk bakışta boynuzluymuş görünümü veren tuhaf miğferler giyiyorlardı. Ariana’ya dönerek kısık sesle, “Bunlar boynuzlu değil, Roma saflarına katılmışGot savaşçıları. Bizi görmüş olamazlar, herhalde kahvaltı için kuş yumurtaları arıyorlar” dedim.
Güneşin durumunu da göz önünde bulundurarak seçtiğim bu gözetleme yerini aşağıdan görebilmesi için bir insanın tanrısal özelliklere sahip bulunması gerekiyordu. Az sonra haklı çıktım; Got savaşçıları bir yuva buldular ve kırmamaya özen göstererek topladıkları yumurtaları miğferlerine doldurmaya başladılar; az sonra dönüş yoluna geçmişlerdi.
Onların gözden kaybolmasını bekledim, sonra Roma kampına gözümden kaçan bir şey kalmış mı diye son bir bakış attım, ardından Ariana’ya dönerek, “Gördüklerimiz ortada bizim bu karargaha girmemiz olanaksız, haydi kente dönelim” dedim. Aiana yüzünü buruşturarak başını salladı. İçine saklandığımız çalılıktan geri geri sürünerek çıktık, ormana doğru yürümeye başlamıştık ki, birden her şey ve her yer karardı.
Gözlerimi tekrar açtığımda aşağıda göğü, yukarıda yeri gördüm. Dünyamın böyle alt üst olması beni sarsmış olmalıydı, kendime hakim olamayıp yüksek sesle tanrıçayı çağırdım. Çığlığımın cevabı bir insanın hançeresinden çıkmış olması imkânsız bir homurtu oldu. Aynı anda uzuvlarımdaki acıyı hissettim ve bir sırığa bağlanmış olarak baş aşağı taşındığımı anladım. Az önce Ariana’yla birlikte gördüklerimize benzer savaşçılar tarafından taşınıyordum.
Etrafıma bakınarak Ariana’yı görmeye çalıştım ama çocukluk arkadaşım beni taşıyan barbarların arasında yoktu. Debelenmem Got savaşçılarını kızdırmış olmalı ki bir daha kafama vurdular, dünyam yine karardı.
Ormandaki karargahında Brutus zor durumdaydı. İçeride kalan iki bin askeri için hiçbir şey yapamamak eminim onu kahrediyordu. Çaresizlikten kıvranırken, Roma ordusundaki Oinoandalıların arasındaki bazı paralı askerler daha önce Ksanthos’ta bir süre bulunduklarını öğrenmiş. Bu kişiler kente ulaşan keçi yollarını biliyorlarmış.
Paralı askerler bu yolları ayrıntılarıyla Romalılara tarif etmişler. Brutus onların yardımı ile kente daha kolay gireceklerini düşünüp, rahatlamış. Oinoandalıların öncülüğünde birkaç Romalı asker uçurumun kenarından kente çıkan dar yolu kullanmışlar. Askerlerden bazıları kente ulaşamadan uçurumdan aşağıya yuvarlansalar da, bütün zorluklara rağmen, kente giren birkaç asker gizlice büyük kapılardan birini açmayı başarmış. Kapıdan dışarıdaki askerler de içeri girmişler.
Kent içinde hızla dağılan Romalılardan bazıları Sarpedon tapınağına ulaşarak içerideki arkadaşlarını kurtarmışlar. Ne yazık ki, Romalı askerlerin yağması başlamıştı.
Romalı komutanlar kentin toptan teslim olmasını savaşın sona erdiğini söyledilerse de, bu bizim için katlanılamaz bir durumdu; kentin yöneticileri bu öneriyi şiddetle reddetmişlerdi. Herkes savaş alanını terk edip evlerine koşuyordu. Yangın sonrası duman ve küller altındaki kenti yeniden alevler sardı. Ksanthos’ta halk evlerini yakıyordu. Anneler ve babalar önce çocuklarının canına kıyıyor, ardından kendilerini alevleri ortasına bırakıyordu. Dehşet verici bir andı bu; koca kent, Romalılara teslim olmamak için canlı cansız bütün varlıklarla birlikte yanarken, Romalı askerler dehşete düşmüştü; yağmalamayı bırakmış, korku içinde olanları seyrediyorlardı. Böylesine bir sonucu hiç ummuyorlardı. Her tarafta yanan odun yığınlarından çocuk çığlıkları yükseliyor, halk teslim olmaktansa ölümü tercih ediyordu.
Romalı askerlerin arkasında diğer tutsaklarla birlikte kente girerken savaşı kaybettiğimizi kabullenmiş, panik ve üzüntü içinde zincirlerimi dizime vuruyordum. Ayağıma bir taşa takıldı, yere düştüm. Doğrulduğumda gözlerimin önünde yaralı bir güvercin bana bakıyordu. Elimi uzattım, güvercine dokundum; yumuşacık tüyleri hala sıcaktı. Okun sapladığı karnından oluk oluk akan kan bembeyaz tüylerini kırmızıya boyuyordu. Ayağa kalktım. Geçtiğimiz sokaklar yanmış cesetlerle doluydu. Birkaç kez istemeden cesetlerin üzerine basmak zorunda kalıyordum.
Her zamankinden daha kararlı ve diri görünen yaşlı babamın gür sesini duyduğumda irkilerek Periler anıtına doğru başımı kaldırdım. Sokağın başında babam Pataros cesetlere bakıyordu. Kocaman elleri kan içindeydi. Beni görünce sesini gürleştirerek;
“İkarus Tanrıçanın kenti düştü. Yenildik! Likya’nın kutsal kenti Ares’in gazabına bir kez daha uğradı. Belerofon’un oğlu Peisandros’un intikamı alınamadı. Yaşlı babanı anneni ve kardeşlerini öldürdüğü için affet! Ben de, diğerleri gibi göklerdeki özgürlük ülkesine ulaşmak istiyorum. Bu utançla yaşayamam, affet beni!”
Kılıcı elinden düşmek üzereydi ki, babam çevik bir hareketle kılıcını tersinden kavradı ve karnına sapladı. Kaburgalarından giren kılıcın ucu sırtından kanlar içinde çıkmıştı. Elinde ağırlaşan kılıcını yavaşyavaş bıraktı. Ellerinden hala kan akıyordu. Yaşlı adam önce dizlerinin üstüne çöktü, sonra kaskatı kesilen bedeni yere yığıldı. İki adım geri çekildim, bilincimi kaybetmiştim. Sonra yerde kanlar içinde yatan annemi, dedemi ve kız kardeşimi gördüm. Canlı hiç kimse kalmamıştı ve bütün cesetler hala sıcaktı. Koca kentte yapayalnız kalmıştım. Tir tir titriyordum. Babama baktım, ağlamaya başladım…
Brutus’u kente girdiğinde bir halatta sallanan kendini asmış bir kadın ve kucağındaki çocuk cesedini görmüştü. Hangi yöne baksa yanmış cesetlerinden gözlerini kurtaramıyordu. Yangın devam ediyor, hayatta kalan Ksanthoslular hala ölüme koşuyorlardı. Böyle olmasını o da hiç istememişti. Romalı generalin bu manzara karşısında gözlerinden damlaları gördüm. Ellerini kaldırmış henüz ölmeyen Ksanthoslulara bağırıyordu;
“Yapmayın, yapmayın. Çocukları öldürmeyin!” Sonra askerlerine döndü ve; “Engel olun onlara! Kendilerini öldürmelerine izin vermeyin. Ksanthosluları tutun! Yakalayın!”
Yapılacak hiçbir şey yoktu. Ksanthoslulardan geriye birkaç kadın, benimle birlikte birkaç köle ve yüz elli kadar erkek kalmıştı. Brutus tanrıçanın kentini işgal ettiğine pişman olmuştu. Bütün savaş esirlerinin serbest bırakılmasını emrederken gözlerinden akan yaşları gizleyemiyordu.
Zincirlerimin çözüldüğünde ilk işim Ariana’yı aramak oldu; onu göremedim. Geri döndüm; kent meydanına doğru koşmaya başladım; Romalılarla savaşarak ölecektim. Sarpedon tapınağının önüne geldiğimde yanık kokuları her yeri sarmıştı. Sessizliğin hakim olduğu tapınağın önünde küçük bir topluluk vardı. Gözlerim tapınağın aralanmış kapısından içeri süzüldü. Her tarafta meşaleler yanıyordu. Gökyüzüne baktım; kentin üzerini simsiyah bir bulut kaplamıştı. Ksanthos’ta zaman durmuştu…
Ksanthos’un üstünde simsiyah bulutların arasında bir görünüp bir kaybolan şahin, keskin gözlerini vadideki ormana odakladı ve yükseklerden süzülerek kayboldu. Gece yorgunu baykuş yavrularını besleyeceği için mutluydu; bense kuşun yuvasına döndüğünde onları bulacağından emin değildim ama bu kentti mutlaka terk etmek gerektiğini biliyordum.