KAFASIZ

Bir Pazartesi Öyküsü

Yanlış anlamayın bilenler bilir, ben insanlara kızgınlık anlarımda bile asla ne sözel, ne de yazılı olarak asla hakaret etmem. Daha çok bu durumlarında sessiz kalan ve hani şu sonradan imalı konuşan sevimsizlerdenim.

Sabah erken kalkmıştım. Lavaboya gittim, musluğu açtım. Ellerime hışırtılı akan suyu doldurdum, yüzüme götürdüm.  Islak ellerim havada çarpıştığında panik içinde aynaya baktım. 

Yüzüm yoktu. Omuzlarımın üstünden arkamdaki kapıya çarpan suların süzüldüğünü gördüm. Paniğe kapıldım Aynaya cesaretsizce tekrar baktım. Kafam gerçekten yoktu.

Banyodan çıktığımda karım ve çocuklarım hala uyuyordu. Beni bu halde görmemeliydiler. Aceleyle giyinip dışarı çıktım.

Karşıda çöp konteynerindeki sarı kedi ile göz göze geldim, bana anlamlı anlamlı bakıyordu. Hemen arabaya bindim.

Arabanın içinde kimse beni fark etmesin diye gaza basıyor, mümkün olduğunca hızlı gitmeye çalışıyordum. 

Maslak’a geldiğimde trafik ışıklarında durmak zorunda kaldım. Korkarak yanımdaki arabaya baktım, arabada kimse yoktu. Artık ellerim titremeye başlamıştı. Gözlerimi yan arabadan alamıyordum. Birden bir kadın eli gördüm, acelece parmaklarının arasındaki ruju sağa sola sallıyordu. Daha dikkatli baktım diğer eli direksiyondaydı ve onun da benim gibi kafası yoktu. Diğer arabalara da baktım, o gün bütün sürücülerin kapası yoktu.

Bir süre sonra şaşkınlığım yerini gizli bir memnuniyete bıraktı, rahatladım.  Sadece çöp konteynerindeki kedi hariç, ben dahil hiçbir canlının kafası yoktu..

Arabamı park ettim, rahat adımlarla, kafasız kalabalıkların arasında metro merdivenlerine yürüdüm. Olmayan kafalar dışında olağanüstü hiçbir şey yoktu, her şey bir önceki gün gibi aynı şekilde seyrediyordu. Tek fark benim dışımda hiç kimse durumun farkında değildi.

Trene bindim.  Kafası olmayan insanlar genellikle telefonlarıyla bir şeyler yapıyordu. Okula giden genç kızlar ve erkeklerin parmakları diğerlerinden daha maharetli ve hızlıydı. Birkaç kişi elinde kitap ve gazete tutuyor, ellerinden anladığım kadarıyla yaşlı bir adam gazeteyi olmayan kafasını gizlemek istercesine omuzlarının üstüne yaklaştırıyordu.

Metrodan indim. Yürüyen merdivenlerden yukarı çıkıyordum. Tam günışığı görünmeye başlamıştı ki, merdivenler birdenbire durdu. Dengemi kaybettim, merdivenlerden aşağı yuvarlandım. Kafam demire çarptı ve yere yığıldım.

Kalabalık başıma üşüştü, bir kadın sesi duydum. “Durun dokunmayın, ben doktorum!” diye kalabalığı yararak bana doğru yaklaşıyordu.

“Başınız kanıyor” dedi. Elimi başıma götürdüm, parmaklarıma kan bulaştı. Birden fark ettim, başıma dokunmuştum ve başım yerindeydi. Sevinçle doktora baktım, onun da başı yoktu.

Ayağa kalktım, ardımdan seslenenlere aldırmadan ikişer ikişer merdivenleri çıktım. Yukarıda karşıda duran bankanın köşesindeki kedi durgun gözlerle beni izliyordu.

Kediye gülümseyerek göz kırptım, işe yetişecekmiş gibi koşturarak uzaklaşırken elimle kafamda açılan yarayı tamponlamaya çalışıyordum.          

23.10.2017