İHTİYAR BALIKÇI VE ÇALPARA
Gün doğmadan denize açılıyor, kuytu bir yerde nasırlaşmış elleriyle küçük ağını çarşaf gibi sakin denize seriyordu.
Bazen uzaklarda bir kaç tekne göründüğünde onlar görse de, görmese de içini çekerek, masum gözleriyle durumunu anlayışla karşılamalarını bekliyordu.
Zordu, kasabanın koşullarında yaşam. Hatır için bir iki balık lokantasına da balıklarını satamasa, küçük torun ve evdeki kocakarıyı kim doyuracaktı.
Bu kaçak köçek balık avında çalpara onun belalısıydı. Bir seferinde üstelik de uskumru yakaladığında ağları yırtmış, bütün balıkları kaçırmıştı. Ne istiyordu bu sevimsiz hayvan ondan? Gün boyu ağ onarmaktan feleği şaşmıştı.
Her defasında ağlarını kontrol ederken, çalparayı yakaladığında kolunu bacağını kesiyor, hınçla fırlatıp atıyordu. Çalpara ise, sonradan tekrar tekrar büyüyen kıskaçlarıyla yılmadan defalarca balıkçının ağına takılıyordu.
Bu mücadele böylece sürdü gitti. Ta ki, günün birinde ihtiyar balıkçı denize çıkamayana kadar.
Bir akşamüstü 190’lık rakısını bir başına dibine vurduğunda, denize baktı ve “çâr-pâre” (dört parça) dedi vurgulayarak.
Çalpara ile bir ömür mücadelesini düşündü.
Balıkçı artık biliyordu, çalparanın tek bir görevi vardı, ağları parçalamak.
Ve bu görev bitmeyecekti, bütün balıklar özgür kalıncaya dek.
Yılmaz Güney’in anısına,
Çekmeye ömrünün yetmediği “ÇALPARA” filmi için.
16.09.2017