HEKABE’NİN YOLCULUĞU

“Islanacak mı?” 

Adam cevap veremedi. Yağmura karışan gözyaşlarına götürdü elini, yüzünü ovuşturdu, rüzgara bıraktı kendini. 

Kamyonet sarsılarak ilerliyordu. Kadının eli tekrar okşadı ıslak tabutu. 

Tabuttaki genç adam bir düşe sevdalanmıştı; Bolivya ormanlarından, Nurhak dağlarına uzanan büyük bir Dünya düşüne. 

Sırt çantasından dört adet kitap bir de kuru soğan çıkan bu genç adamın sevdası hala yaşıyor.

Köyün çıkışındaki patika yollar kadını gençliğine, yıllar önce yağmurlu bir Mayıs gününde Yozgat’ın gelişigüzel döşenmiş parke sokaklarına götürdü. Yedi yaşındaki esmer oğlan çocuğu çamurlu sulara aldırmadan engebeli yolda koşuyor, koşuyordu.

O gün karar vermişti kadın. Çocukları yaşadığı sürgünün bir parçası olmamalıydı. O tek başına kalabilirdi, çocuklar İstanbul’a babalarının yanına dönmeliydi. 

 

***

 

Kamyonet keskin virajı aldığında çam ormanları belirdi. Bir yaz akşamında çam ağacının dallarına tutunarak ikinci kattaki odasına ulaşmaya çalışan yine o esmer çocuk aklına düştü.

Hava kararıyor, karanlığın gölgesinde sinsice artan soğuk üşütmüyor, aksine yüzünü yakıyordu. 

Sonra birdenbire bir ürperti yayıldı bedenine. Başını kaldırdı. Adama baktı, derin bir nefes aldı. 

“Üşüyor mudur?” diyecekti, vazgeçti.

 

***

Yağmur sonrası kamyonet Elbistan’a yaklaşmıştı. Hala sessizdi yaşlı adam. 

Alacakaranlıkta kuşların yağmur sonrası cıvıltıları dindiğinde, kadının belleğindeki çocuk, düzlüklerde sararmaya direnen başakların arasında gülümseyerek belirdi. 

Bu kez büyümüş, genç bir adam olmuştu. Son konuşmasını düzlüklerin ardında dev bir stadyum tribününü çağrıştıran Nurhak Dağlarının ağacına, kurduna, kuşuna mı yapacaktı?

İçindeki kuş heyecanla kanatlarını çırptı. 

Kadın içindeki kuşu sakinleştirdi. 

Artık biliyordu ki, belleğindeki çocuk bu tabutdaki değildi ve o yaşadığı sürece çocuk hiç ölmeyecekti. 

Kamyonet Elbistan’ı çoktan geride bırakmış, Ankara’ya doğru hızını artırmıştı. 

İhbarcı köylüleri düşündü. Kırgındı, köyden ayrılırken onlara yüksek sesle söylediği son sözleri bir kez daha fısıldadı dudakları:

“Bu ço­cuk­lar, bu oğul­lar; bu ül­ke­yi, bu hal­kı, siz­le­ri sev­di­ler. Başka bir istekleri yoktu…”

NOT :

Yukarıdaki gerçek verilere dayanan kurgu yazımda bahsettiğim Sinan Cemgil’in annesi Nazife hanım, Kuvay-i Milliye liderlerinden Cemal beyin kızıydı. İzmir Fransız Kız Lisesinde yatılı okuyan Nazife hanım, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunuydu. 

Pek ön planda gözükmeseler de, Adnan ve Nazife Cemgil, bir çok tanınmış yazar ve sanat insanının görüşlerine başvurduğu dönemin önemli entellektüel insanlarıydı. Hayatları sürgün ve zorunlu istifalarla geçti.

Nazife hanım 1950-1955 yılları arasında Yozgat Lisesinde öğretmenlik yapmıştı. Yozgat Lisesi mezunu olan babam Özdemir Başdemir onun öğrencisiydi ve adını sevgiyle anardı. 

1962 yılında yeni kurulan Türkiye İşçi Partisi’ne katılmış ve partiye büyük katkıları olmuştu.

31 Mayıs 2018