Fink nedir bilir misiniz?

1950’lerin başıydı. Anamur’un dağ köylerinde ormanlardan geçimini sağlayan köylülere yasaklar getirilmişti. Orman alanı ve köylülerin kullanım alanları arasında belirsiz bir sınır vardı. Yıllardır geçimini orman ekonomisine bağlayan köylüler, artık keçilerini ormana sokamıyor, kıraç topraklarda tarıma zorlanıyordu. 

Ama onlara verilen topraklarda ne buğday, ne de arpa ekimi yapılabiliyordu. 

Bu topraklarda sadece fink denilen yabanıl bir bitki ekilebiliyor, köylüler bolca bulunan bu ekini, hem kendileri hem de hayvanları için kullanıyorlardı. 

Aç kalmamak için yıllarca topraklarına fink ekmek zorunda kaldılar. Aslında fink, öldürmeyen ama sakat bırakan siyah bir tohumdu. Ancak hayatta kalmak için insanlarının fink ile beslenmekten başka çareleri yoktu. 

Fink ayak damarlarında çekilmeye, zaman içinde ayaklarda deformasyon ve sakatlanmalara yol açıyordu. Köylerde zamanla sakatlar çoğaldı ve topalların çoğunlukta olduğu köyler oluştu. Finkin etkisi genellikle kadınlarda görülmüyordu. Bu nedenle yıllarca kadınlar finkli yemekler pişirdi, erkekler de bu yemekleri yedi. 

Sonraları insanlar finkin farkına vardı. Kadınlar yemek yaparken finki yemeklere sakatlık dozunu ayarlayarak daha az katmaya başladılar ama dozlar gene tutturulamadı, sakatlar çoğaldı. Hem hayvanlar hem de insanlar sakat kalıyordu.

İnsanlar finkle yaşamaya alışmış, zaman içinde kaderlerine boyun eğmişlerdi. Kendilerince faydalı bir yönünü de bulmuşlardı, sakat kalan erkekler iki yıllık askerlik görevine çürük çıkıp gitmiyor böylelikle köyde kalıyorlardı. 

Finke direnenler içinse tek çare Anamur’a gidip zor şartlarda yeni bir hayat kurmak, ya da alınan fitrelerle geçinmeye çalışmaktı. 

Bu durum ta ki, bir gazetecinin (Fikret Otyam) 1966 yılında Kara Çukur köyüne gelip, köylülerle ilgili bir yazı dizisi yapana dek devam etti. 

Bazen insanlar içinde yaşadıkları duruma alışırlar ve onu hayatın vazgeçilmez bir parçası olarak kabul edip, onunla yaşamaya devam ederler. 

Çevrelerine olağanüstü kötü şeyler oluyordur ama kanıksadıklarından farkına bile varmazlar. Tepki gösterenleri zorla sustururlar. Önce alay ederler, sonra kızarlar, sonra da gerekirse cezalandırırlar. 

Durumun farkında olanlar için iki yol vardır. Birincisi çekip gitmek, tıpkı Kara Çukur köylüleri gibi başka yurtlarda dilenmek ve mutsuz yaşamlar edinmek, ikincisi ise kalıp mücadele etmek. 

Ta ki diğerlerininde yaşadıklarının kaderleri olmadığına inandırana dek.

Not: Aşağıdaki resim Fikret Otyam’ın Kara Çukur köyünde 1966 baharında çektiği bir fotoğraftır.

08.10.2017