DOĞU – BATI EKSENİNDE GÖBEKLİ TEPE VE ÇATALHÖYÜK

Anadolu toprakları üzerinde birbirinden uzak iki ayrı bölgede binlerce yıl önce yaşayan insanlar, avcı toplayıcılık aşamasından Neolitik Tarım Devrimine geçiş aşamasında bugünkü Dünyamızın sosyolojik ve ekonomik  koşullarının oluşmasında önemli rol oynamıştır. Günümüzü anlamak için Anadolu’ya daha yakından bakmanın doğru olacağı kanısındayım.

Çatalhöyük ve Göbekli Tepe, çok değil, aralarında sadece kuş uçuşu 546 km mesafe olan birbirinden çok farklı özellikleri sahip olan bu iki bölge Dünya tarihini binlerce yıl derinden etkilemiş, bugünkü kültürler arasındaki farklılıkların da temellerini oluşturmuşlardı.

Şimdi daha yakın zamana, yüz elli yıl öncesine 19. Yüzyılın sonuna, 20. Yüzyılın başlarına gidelim. Doğu ve Batı farklılaşmasını açıklamaya çalışan iki ayrı bilim adamının çok tartışılan Oryantalizme yaklaşımını gözden geçirelim.

Avrupa’da ilk kez Batı ve Doğu üretim biçimleri değerlendirmesi Karl Marx, ve Max Weber’in görüşleri doğrultusunda şekillenmiştir. Bu görüşlerin kökeninde 17. Yüzyılda Hindistan’da bulunan Fracoise Bernier’in görüşleri vardır. Ona göre Doğu’un geri kalmasının nedeni özel mülkiyetin olmamasıdır. (1)

Karl Marx

Marx özellikle kabul gören tarihsel coğrafi teze dayandırarak, Orta Doğu’daki derin vadilerden akan ırmakların sularının tarıma katkı sağlaması için barajlar ve kanallar yapılması gerekliliği üzerine tezler oluşturmuştur. Ona göre, büyük bayındırlık işlerinin yapılabilmesi için büyük organizasyonlara gereksinim vardı. İnsanlar ancak bir araya gelerek bu yapıları yapabilirlerdi.

Siyasi gücün başındaki kişi mülkiyetin de sahibi olmuş, tarım yapabilmek için siyasi gücün yaptıklarına gereksinim duyan insanlar yüzyıllar boyu bu güce boyun eğmişlerdi. Kul kavramı gelişmiş, doğal olarak da Marx’a göre sınıfsal yapı gelişmemişti. Marx bu durumu değişmemenin temel nedeni olarak görmüş, ona göre Doğu nerdeyse 5.000 yıldır değişmemiştir. Yıkılan devletlerin yerine benzer devletler kurulmuş,  yaşanılan köyler gelişmemiş, yıkılanın yerine yenisi kurulmuştu. Büyük siyasi güçlerin oluşması özel mülkiyete engel olmuştu.

Marx, Grundrisse’de Kapitalizm öncesi üretim biçimlerini anlatırken, Asya Tipi Üretim Tarzında Doğu Sosyolojinin sonuçlarını irdeler.  Ona göre, Batıda tarım alanları ormanlık bölgeleri yok ederek oluşturulduğundan, insanlar için ne verimli tarım alanı bulmak, ne de bu tarım alanlarını yaşatmak için suya erişmek sorun olmamıştır. Dolayısıyla, önce doğuya göre daha küçük boy ve kabileler mülk sahibi olmuşlar, daha sonraki evrede bireylerin mülk sahibi olması mümkün olmuştur. Sınıflı toplum yapısı kendi diyalektiği içinde sürekli gelişen bir toplum modeline evrilmiştir. (2)

 Grundrisse, Marx’ın yayınlatmadığı eserlerinin arasındadır. 1953´de yayınlandıktan sonra bu kavram ortaya çıkmıştır. Yunan uygarlığı ve Mezopotamya kültürel bağlantıları ve Arkeolojik verileri Marx’dan yıllar sonra ortaya çıkması Marx’ın Doğu tezlerini tamamen ortadan kaldırmaya yetmediği gibi ardılı olarak da kabul edilemez. 

Max Weber

Modern Kentin Oluşumu isimli kitabının, Şark’ta Kentsel Gelişmelerin Önündeki Esrarengiz Engeller bölümünde Weber bu konuya değinmiştir. O, tarihsel olarak Doğu – Batı ayrımını, Yunan ve İbrani halkların karşılaştırılması üzerine bina eder.

Yunan Toplumu tarımla yaşayan bir toplum değildir. Tarımla geçindiği alanlarda da köle emeğine dayalıdır ve baraj yapmaya ihtiyacı yoktur. Ancak Weber’e göre, Yunan toplumunun site devleti şeklinde ortaya çıkıp gelişmiş olması, sürekli bir akılcılaşmaya alan açan bir zihni yapı oluşturmuştur. Weber, Yunan mitolojisini büyüden arındırılmış bir dini alanın ve zihniyetin ortaya çıkışı şekilde değerlendirmektedir. (3)

Yahudilerinse, sürgüne uğramış çoban bir halk olmaları, onları çevrelerindeki diğer toplumlardan ayrıştırmaktadır. Weber Tevrat’a dayanarak Yahudilerin kendilerini seçilmiş halk olarak sunmaları, kendilerine özel bir Tanrı olarak, kendi kabilelerinin tanrısı olarak Yahova’ya inanmaları ve onları çevredeki büyük örgütlü siyasi güçlerin baskısından korumak üzere karizmatik peygamberlik geleneğinin ortaya çıkışını ele alır.

Buna göre İbrani toplumu çevredekiler gibi despotik bir devlet biçimine bürünmemiş, sürekli karizmatik peygamberler önderliğinde savaşçı demokratik bir toplumsal yapıya sahip olmuştur. Diğer taraftan peygamberlerin karizmatik kişiliği ve özgün siyasi iktisadi koşullar İbranilerde dini düşüncenin akılcılaşmasına vesile olmuştur.

Weber’e göre bu iki toplum yapısı dışında Doğu, despotik bir yapıya evrilmiştir. Tarım ancak suyun kontrolü ile yapılabilir. Bunun için de devlet, bürokratik bir mekanizma olarak ortaya çıkmıştır.  Tanrısal despot bürokratları ile bütün bir toplumu denetleyen bir yapı oluşturmuştur.

Barajların, kanalların yapılması, siloların yapılıp ürünlerin dağıtımın gerçekleştirilmesi, aynı zamanda bu verimli arazilerin ve verimli toprakların çevredeki göçebe halklara karşı korunması merkezi bir siyasal yapı olarak devletin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu despotik devlet ciddi bir biçimde bütün bir toplumsal yaşamı kontrol altında tutan bürokratik bir baskı oluşturmuştur.

Edward Said’in bu iki yaklaşıma getirdiği eleştirinin temeli (aslında Marx’ı bu konuda yerden yere vursa da) kaba Oryantalist yaklaşımın batının sömürgeciliğinin bir aracı olduğunu vurgulamaktan öteye gitmez. Ona göre bu yaklaşım Emperyalizmin ideolojik bir bakış açısıdır. Said, Oryantalizm kitabının “Doğuda İkamet ve Bilim Adamı Kamusculuğunun Ve Tasarrufun İcapları” bölümünde bu konuya değinir. (4)

Peki Çatalhöyük ve Göbekli Tepe Marx ve Weber’in 5.000 öncesinden bu güne taşıdığı  tarihsel süreci daha eski zamanlara mı taşıyor. Batı toplumu ve Doğu Toplumu sosyolojisinin temellerini  5.000 yıl değil 10.000 yıl öncesinde mi aramalıyız?

Bunu için bana göre önce Çatalhöyük’e değil, 12.000 yıl öncesine, Göbekli Tepe’ye gitmek gerekiyor.  Yani tarım için sulama işlerinin gerektiği yıllardan daha da önceye.

 

Urfa’nın Etrafı Dumanlı Dağlar

12.000 yıl önce Urfa’nın etrafı dumanlı değil, buzuldan dağlarla çevriliydi. Buzulların erimesiyle Tek Tanrılı dinlerin kutsal şehri Urfa’nın üstündeki Göbekli Tepe mabedi Mezopotamya’ya doğru uzayıp giden Harran Ovası’na yeni bir çağın başlangıcını müjdeliyordu.

Kuzeye giden bütün yollar buzları henüz çözülmemiş Toros ve Zagros sıradağları ile kapalıydı. Buzullar eridikçe hayvanlar ve insanlar için yaşam koşulları iyileşiyor, Homo Sapiens  türü 6 milyon yıllık varoluşunun en parlak dönemini yaşıyordu. Artık yeryüzündeki bütün canlılardan daha güçlü ve taklit yeteneği sayesinde daha yırtıcıydı. (5)

Bereketli Hilal’in kuzey kesimlerinde hayvan nüfusu gitgide artarken, dünyanın en eski mesleği avcılık, en verimli zamanını yaşıyordu. Av hayvanlarına artık her zamankinden daha da yakındılar. 

Gezme Ceylan Bu Dağlarda Seni Avlarlar

Doğa her şeye hükmediyordu. Bu bolluk uzun sürmedi, buzlar çözüldükçe hayvanlar kuzeye kaçtı, bir kısım insanlar onların arkasına takılırken diğerleri Bereketli Hilal’in kuzeyinde giderek zorlaşan hayat şartları ile karşı karşıyaydılar. Ama her şeye rağmen Bereketli Hilal’in yaşam koşulları avcılar açısından daha iyiydi.  Tarım hayatına geçmek için doğa koşulları henüz onları yeterince zorlamıyordu.

Ama insanlar çoğaldıkça yeni krizlerin çıkması kaçınılmazdı. Gün gelecek av hayvanları azalacaktı. Bu sorunu aşmanın yolu avcılar için  bir araya gelmek ve örgütlenmekti.     

İşte böyle bir dönemde yükseldi Dünya’nın ilk anıtsal tapınakları. Avcılığı kutsayan gökyüzünü yeryüzü ile birleştiren öte dünyanın kapıları. Artık tarih öncesi resimlerde gördüğümüz dev yaratıklar ve küçük zavallı insanlar yoktu bu resimlerde. Gökyüzüne yükselen dev insan figürleriydi bunlar.  Binlerce yıldır sonsuzluğun sırları gökyüzünde arayan insanoğlu mezarlarını da bu tapınaklara yerleştirdi.

12.000 yıl öncesinin heykelleri ve kabartmaları, görkemli Mezopotamya tarihine de ışık tutuyordu. Binlerce yıl sonra gökyüzünü inceleyen Sümerler kökleri avcılığa dayanan eril bir kültün devamıydı.

Kabil RAB’ın huzurundan ayrıldı Cennet’in doğusuna, Nod topraklarına yerleşti. (6)

Avcılık ve toplayıcılık uzun yıllar dağlarda devam ederken, Yukarı Mezopotamya ovaları önce tarihin ilk çobanlarına, sonra da ilk tahıl üreticilerine yurt oldu. Sonra insanlar güneye, iki nehrin kesiştiği topraklarda gittiler. Hem sulu tarımın, hem de kuru tarımın yapılabildiği verimli topraklara. 

Bereketli Hilal’in kuzeyinde, Göbekli Tepe’de yükselen kireçtaşı anıtları, güneye, Babil’e ve Uruk’a taşındı. Anıtlar büyüdü, gökyüzü yakınlaştı. Avcılık, toplayıcılık döneminde Gökyüzü Tanrıları ile tanışan Homo Sapiens, bu kültü önce güneye Aşağı Mezopotamya’ya sonra da, Babil’de gökyüzünde aradığı tanrı tek tanrılı dinlerde yeryüzünün ve gökyüzünün sahibi oldu.

Avcıların 10.000 yıldır korumaya çalıştığı düzen aynı zamanda uygarlığın kanlı vahşetinin de tarihi idi. Nemrut’un ateşi bu topraklarda hiç dinmedi. Avcılarla, çobanlar, çobanlarla köylülerin çatışması hiç bitmedi. Daha çok üretim için sulama kanalları yapıldı, tahıl ambarları büyüdükçe tapınaklar çoğaldı. Yıkılan tapınakların yerine yenileri yapıldı. Bolluk ve bereket bu topraklara acıdan başka bir şey vermedi. Kabil ile Habil’in kavgası hala devam ediyor.

Doğu tanrıları toprağı ve yarattığı değeri insanlarla asla paylaşmadı. Toprak tanrıların mülkü, insanlarsa kullarıydı.

Tanrıların hükümranlığı kadınları toplum içine almadı. Kadının yaratıcı gücünden faydalanılamadı. Çanaksız Çömleksiz Neolitik dönem aynı zamanda kadınsız toplum demekti.

Issızlığın Ortasında Kerpiç Kerpiç Üstüne

Bugün Ian Hodder, Çatalhöyük’de yaptığı kazı çalışmalarında yeni çıkarılan buluntulara dayanarak Mellaart dönemi kazı çalışmalarındaki buluntularda göre çok daha net yorumlar yapabilmektedir. Ona göre, Orta Anadolu’da Orta Doğu uygarlıklarına göre farklı bir uygarlık gelişmiştir. 

4.000 yıl boyunca hiçbir çatışma olmadan bir kasaba büyüklüğünde, birbirine bitişik evlerde 8.000 kişilik bir toplum huzur içinde yaşamıştı. Bireyselliğin ön planda olmadığı, kollektif bir komün hayatıydı bu. Despot yöneticiler olmadığı gibi herhangi bir lider de yoktu. Akrabalık ilişkileri sınırlı ve biyolojik olarak bir arada yaşama yerine kollektif bir yaşam hakimdi.

Olağanüstü bir ticaret ağı olmasına rağmen Orta Doğu ve diğer Akdeniz ülkeleri ile yaptıkları değiş tokuştan elde edilen kazançları hal kendi arasında adilce paylaşıyordu. Burada doğan bebeklerin sadece biyolojik ebeveynleri değil, bütün halk anne ve babasıydı. Kendini daha üst tabakada görmek isteyen hiç kimseyi aralarında barındırmadılar. Ben ve benim kavramı asla gelişmedi. Din adamları ve devleti yöneten liderlerin olmadığı sınıfsız bir toplumdu bu.

Mülkiyet kavramı evlerin içi ile sınırlıydı. Çatalhöyük’te bireysel yaşamın gelişmesinde evlerin çok önemi vardı. Jeolojik şartlar gereği geniş bir ovada birbirine bitişik sokaksız, caddesiz yüzlerce evde yaşayan halk birlikte yaşamayı öğrendi.

Çatalhöyük bu bakımdan  gelecekteki Dünya uygarlıkları için de umuttur.

Ana Tanrıça kültünün çok belirgin bir şekilde hakim olmasına rağmen (Kazılarda bulunan insan heykellerinin %80’i kadın heykelidir.) erkeğin yıkıcı gücü, avcılık için gerekliydi. Amaca yönelik pragmatik bir güçtü bu. Ama kadının yaratıcı gücü evrenseldi. (7)

Örümcek Kadının Öpücüğü

Yaratıcı Çatalhöyük kadını, önce çömleklerin üzerine yaptığı desenleri sonraları dokumacılıkta kullandı. Yunan Mitolojisinde Tanrıçayı kıskandıran Lidyalı Arakne örümceğe dünüştürüldüğünde dişi Sapiensin hüneri tanrısal evrenin yeni kurallarını çoktan oluşturmuştu.

Hodder’ın son çalışmaları bu durumun kadınlara bir üstünlük sağlamadığını, kadın ve erkeğin değişik görev dağılımına rağmen eşit şartlarda yaşadığını  gösterdi.

Elbette ki, Çatalhöyük ve ondan 2.000 yıl önceki Göbekli Tepe buluntuları arasında hayvan figürleri ve mimari açısından bazı benzerlikler vardır ve bunlar tarihsel sürekliğin kanıtıdır. Ancak av hayvanların peşine takılıp Torosları aşmış Homo Sapiens 900 metre yüksekteki Konya düzlüklerinde başka bir yaşamın var olabileceğini kanıtlamıştır.

Göbekli Tepe’deki açık hava tapınaklarında genelleşmiş mitler, Çatalhöyük evlerinde duvarlara taşınmış, yeniden farklı şekillerde yorumlanmıştır. (8)

Sonraki yıllar Çatalhöyük’ün izleri Kiklad Adalarından Yunanistan’a, oradan da Güneydoğu Avrupa’da görüldü. (9)

Doğu’da ve Batı’da Çatalhöyük sonrası bir çok ataerkil toplum yaşadı. Her şeye rağmen kadının toplumdaki rolü arttıkça uygarlıkta evrildi.  Bugün Doğu’da kadını dört duvara sıkıştıran, cinsiyet üzerinden köleliğini sürdüren ataerkil yapı hala zincirleri bırakmıyor. Batı ise, toplumsal ve ekonomik refahı için bu durumdan hala yeni çıkarlar sağlama peşinde.

Doğu aydını batının “oryantalist” kavramından rahatsız. Batının bu kavramı sömürge düzenini pekiştirmek amaçlı kullandığını düşünüyor. Haklı, fakat sadece eleştiriyor, toplumunu dönüştürmek için yapması gerekeni yapmıyor veya yapamıyor.

Çatalhöyük’teki kerpiç evdeki demokrasiyi bugün evinde kuramazsa toplumda asla kuramayacağının farkında değil.

Göbekli Tepe insanı da, Çatalhöyük insanı da, Türkiye topraklarında yaşadı, hala yaşıyor.

Kaynaklar:

  1. Curtis M., Orientalism and Islam, Sayfa 220.
  2. Marx K., Kapitalizm Öncesi Üretim Modelleri, Altıkırkbeş Yayınları, Sayfa 8.
  3. Sunar L., Sosyoloji Dergisi, 22. Sayı, 2011, 423-442.
  4. Said E, Oryantalizm Sömürgeciliğin Keşif Yolu, Pınar Yayınları, sayfa 182.
  5. Luckert K. W., Göbekli Tepe, Sayfa 65.
  6. Kutsal Kitap, (İncil) Yaradılış, 16.
  7. Uhlig H., Avrupa’nın Anası Anadolu, Telos Yayınları, 2001, sayfa 46-57.
  8. Hodder I., Leopar´ın Öyküsü, Yapı Kredi Yayınları, 2016, Sayfa 164.
  9. Uhlig H., age, Sayfa 61.