DİLİN GÜCÜ
“Dil dünyayı resmeder.”
Ludwig Wittgenstein
Dil ve uygarlık arasındaki ilişkiden yola çıkarak üretilen veya üretilecek tezler önümüzdeki dönemde dünyayı kavramada daha yol gösterici olacağı kanısındayım.
Öteden beri uygarlıklar kavşağı Anadolu’daki ırksal karışımın büyük bir zenginlik olduğunu savunan yazılar yazdım.
Aynı şekilde dil ve sözcük dağarcığımızın ekteki grafiklerdeki gibi çeşitlilik içermesi birçoklarının savunduğu gibi bir dil fakirliğinden ziyade zenginlik olduğunu düşünüyorum.
Hatta daha da ileri giderek bu zenginliği Türkçenin büyülü gücü olarak tanımlayabilirim.
Grafiklerde de görüldüğü gibi %14 oranındaki eski ve yeni Türkçe sözcüklerle dilimiz %86’sı yabancı dillerden oluşan bir dağarcığı güçlü bir gramer sistemi ile içine çekiyor. Üstelik oluşan bu dağarcık binlerce yılın birikimini içeriyor.
Aynı dil grubunda bulunan Korece de farklı bir dil grubundan %70 oranında (Çince) sözcüğü barındırsa da benzer bir etkileşimle dil yapısında barındırıyor. Fince de keza aynı şekilde.
Diğer dil bilimcilerin adlandırdığı Ural-Altay dilleri gibi eklemeli farkımız belirli bir dil grubu ile etkileşimden çok birbirinden farklı birçok dil ile etkileşen bir dile sahip olmamız.
Grafikten çıkarılan ilginç sonuç ise ülkemizdeki eğitim kurumlarında öğretilen tarihsel bilgilere göre aslında oldukça yoğun dil etkileşiminin oluşmuş olması gereken Çince ve Moğolcadan, beklenenin aksine çok az sözcüğün dilimize girmiş olmasıdır.
Dilin gücünü anlamak için çok daha gerilere, onbinlerce yıl önce yaşayan farklı bir insan türü olan Neandertallara daha yakından bakmamız gerekiyor:
2000’li yılların başına kadar kaybolmuş, yok olmuş bir tür olarak kabul edilen Neandertal insan geni yakın zamanlardaki genom testlerinde Kuzey yarıkürede yaşayan birçok insanın ortalama %1-3 oranında (Kuzeye gittikçe bu oran daha da artıyor) bulunduğu kanıtlandı.
Yakın zamanda kanıtlanan başka bir konu ise Neandertal insanın gırtlak yapısının gelişmemiş olmasıydı. Yani bu insan türü ondan daha zeki olmayan Homosapiens tarafından asimile edilmesindeki ana neden, iletişim dilinin olmaması ve işaretlerle anlaşmasıydı. Bu nedenle toplumsallaşamamış ve bireysel becerileriyle yaşamaya çalışmıştı.
Bugün bilim insanlarının araştırılması gereken önemli konu bu kuzey ırkının topluma kazandırdıkları ve kaybettirdikleri olmalı. Zaten Otizm, asperger sendrumu ve neandertal geni ilişkisi üzerine yapılan araştırmalar devam ediyor. Ancak daha da ileri giderek psikiyatri bilimi Carl Gustav Jung’un İçedönük-Dışadönük kavramları da yeniden sorgulanmalı.
Çok çok gerilerden tekrar konumuza dönecek olursak, dil kavramının etkisi ve gücü üzerine yeterince araştırmanın henüz yapılmadığı kanısındayım.
Anadolu coğrafyası özelinde tarihsel, sosyolojik ve psikolojik kavramlar dil ve toplum ilişkisi özelinde değerlendirildiğinde eminim sürpriz sonuçlarla karşılaşacağız.