BARIŞ, ÇÖL VE PALMİRA
Suriye’de güdümlü iç savaş 5. Yılını dolduruyor. Türkiye sokakları Suriyeli mültecilerle dolu. Tarihin en büyük dramlarından biri yaşanıyor. Binlercesi Ege sularında çocukları için yeni bir gelecek ararken, kıyıya vuran geleceği olmayan ölü çocukları için ağıtlar yakıyor. Biz ise onların kanı ve geleceği üzerinden yapılan kirli Avrupa Birliği pazarlıklarına umut bağlıyoruz.
Oysa 5 yıl önce böyle miydi? 2000’li yıllarda kuzeyden en güneye defalarca kat ettiğim Suriye topraklarında ekonomi günden güne güçlenirken demokrasi filizleri de yeşeriyordu. İlk gittiğimde ilgimi çekmeyen bu toprakları bu derece seveceğimi nereden bilebilirdim. Yıllar önce Avrupa’da işini terk edip Şili’de dünyanın en kurak çölü olan Atmaca Çölü’ne yerleşen Hollandalı bir arkadaşım beni çok şaşırtmıştı.
Suriye’de şehirler çölün ortasında vaha gibidir. Sanıldığının aksine kuzey ve doğu daha kurakken, İsrail sırı kentler daha yeşil ve farklıdır. Her bölgenin ayrı bir güzelliği vardır.
2008 yılı yazıydı. Şam’a yakın bir endüstriyel şehirde 20 günlük sıkı bir çalışma sonucu Şam’a dönmüştüm. Kafamın uçunda hep Palmira Kentine gitmek vardı ve bunun için ayırabileceğim sadece bir günüm vardı. Şam ile Palmira arası 215 km’dir ve Irak sınırına doğru çölün içinden geçmeniz gerekir. Sabah çok erken saatte 1970’lerden kalma bir Amerikan otomobili ve İngilizce bilmeyen bir şoförle yola çıktık. Heyecanlıydım çoktandır görmek istediğim bu şehre nihayet gidiyordum. Ama beni ilk büyüleyen uçsuz bucaksız çöl ve yol boyunca gördüğüm çöl insanları ve bitkileri oldu. Orta doğu ülkelerinde şehri güzelleştirmek adına dikilen fıstık çamlarını biraz su bulunan her arazide görürsünüz. Çoğu yetersiz sulamadan kurur veya rüzgarın etkisiyle eğilir. Ama çöl başkadır. Orda çok az bitki görürsünüz ve insan, yapı (özgün yapı) ve doğa uyumuna hayran kalırsınız.
Palmira, Suriye’nin Efes’idir. Muhteşem şehri çöl kumlarının elverdiği ölçüde gezersiniz. Ama ben çok fazlasını yaptım, anlatacağım.
Arkeoloji tutkum beni çok farlı insanlarla tanıştırdı. Ben eski bir kenti bir kutsal alanı gezer gibi gezerim ve oralarda müze müdürleri ve bekçileri ile kurduğum dostluklar kalıcı olmuştur. Örneğin defalarca ziyaretine gittiğim Apollon Simintheus Tapınağı bekçisi emekli olmuştur ama tapınağa her gittiğimde ona köy kahveside veya başka bir yerde ulaşmak isterim.
Palmira eski müze müdürü arkeolog müze müdürü Prof. Halid Esad da benim için böyle biridir. O gün orada olması ve düzgün aksanı ile bana Palmira’ı anlatması hayatımın en büyük şanslarından biridir. Onun sayesinde hiçbir zaman bir yabancının göremeyeceği eserleri gördüm ve onun yıllarca bu kente katkılarını öğrendim. Palmira çöl ortasında parlayan bir inciydi. Dönüş yolunda rüzgardan yırtık pırtık olmuş Suriye bayrağının çöl ortasında dalgalanması içimi burkmuştu.
26 Temmuz 2015 tarihli Milliyet Gazetesi aşağıdaki fotoğrafla birlikte ilk sayfada İşid’in vahşetini anlatıyordu.
‘Ömrünü Palmira antik kentinin bakımına ve korunmasına adamış arkeolog Halid Esad’ı öldürmüştü. IŞİD militanları Esad’ın başını keserek bedenini antik Roma sütunlarına asmıştı.’
Gazeteyi gözlerim yaşlı masaya bıraktığımda avuçlarımda Halid Esad’la ayrılırken son kez tokalaşmamızın sıcaklığı vardı.
26.06.2016