efes2

ARTEMİS TAPINAĞI RAHİBESİ AMAZONLARI ANLATIYOR

Ben Myrina, Efes’teki ünlü Artemis Tapınağı rahibesi. Adım çok uzak ülkeleri fetheden bir Amazon kraliçesinin adıdır. Bütün ömrümü atalarımın kurduğu bu şehirde, kutsal tapınakta geçirdim. Her sabah Ana Tanrıçamız için açarım gözlerimi ve gün boyu ona hizmet ederim. Atalarım onu çok uzaklardan getirdiler bu güzel topraklara. Anadolu bin­lerce yıl onu sevdi ve onun için yaşadı. Bir kayın ağacının altındaki Ar­temis yontusu dikilirken müzik eşliğinde dans eden savaşçı kadınların sert topuk sesleri yeri göğü inletmişti. Çocukluğum onların efsanevi öykülerini dinleyerek geçti. Bu sakin kent hayatına alışamayan yüreğimin gövdeme sığmadığını hissederim bazen. O zaman tiz kaval sesinin eşliğinde çok uzaklara giderim. Pontus’a dökülen Thermedon Çayı’nın kıyılarındaki yemyeşil bir dünyayı özlerim.

Tanrılar şahittir ki, bu koca diyarın halkları, binlerce yıl kutsal ana­larının onlara sunduğu huzurlu ve barış dolu yılların mirasını, belki de bilmeden daha sonraki nesillere taşıyacaktır. Onlar her şeye rağmen yüce anamızın bereketinin müjdesini, ölümün simgesi kış sonrası dağlarda karların altından inadına başını uzatan kardelen çiçekleriyle her yıl alacaklar. Ulu Artemis yaşamın ve doğanın kendisidir. O bilir ki, Amazon atalarımız yeni Tanrısal düzenin değer yargılarından farklıdırlar. Onlar erkeklerin hâkim olduğu yeni yaşam düzenine di­renen kutsal anamızın kadın savaşçılarıdır. Amazonlar işte bu mirasın savaşçılarıdır. Efsanevi Amazon öyküleri dinleyen yeni nesiller, onları birer masal kahramanı olarak tanımayı yeğleyeceklerdir.

Birazdan, yine bir Dionysos töreni başlayacak. Kadınlar saçlarını omuzlarından aşağı bırakmış, başlarını sarmaşık çelenkleri ile süslemişler. Büyük çam ağacına doğru ilerliyordu kalabalık. Herkesin

elinde çam kozalakları ile süslü tyrsos değnekleri vardı. Kalabalık bana yaklaşınca tereddüt etmeden onlara katıldım. Yaşlanmış, yorgun be­denim birden dipdiri oldu. Kalabalığın coşkusuna kapılmış, kendimi Tanrı’nın bir parçası gibi hissediyordum. Thrsoslar ahenkle hep birden sallanmaya başladılar. Ayin başlıyordu artık. Heyecanım her geçen da­kika artıyor, coşkun bir sele kapılmış ilerliyordum. Yankılanan çığlıklarla birlikte çılgın dans başladı. Çırılçıplak bir menad kendinden geçmiş sıçrıyor, dönüyor ve adeta uçuyordu. Sadece halk değil, soylu konsüller, tüccarlar ve yöneticiler de katıldı çığlıklara.

Menadların coşkulu danslarına takıldı gözlerim. Amazon savaşçılarına ne kadar da benziyordu bu halleri. Amazonların dilden dile dolaşan destansı dansları da böyle olsa gerekti. İçimi bir ürperti kapladı. Hades, bu tören için Amazonların ruhlarını hortlatmıştı sanki. Çıplak kadınların ellerinde salladıkları nesnelerin thrsos mu yoksa kalkan mı olduğunu ayrımsayamıyordum artık. Uzaktan dalga dalga uğuldayan kavalın sesi bir Amazon türküsüydü aslında. Bütün kent onların çığlıklarına boğuldu.

Amazon halkının öyküsü efsanevi Themiskyra’da başlar. Bir yanı denize uzanan, etrafı ormanlarla çevrili, koskoca, yemyeşil bir ovaymış bu ülke. Ovanın içinden küçük akarsular geçermiş. Bütün bu akarsuları besleyen Thermedon Nehri yine bu ovadan Pontus Denizi’ne uzanan İris Irmağı ile birlikte ovayı yalarmış. Etrafı dağlarla çevrili bu ülke her zaman nemli ve otlarla kaplıymış. Amazon halkı, hiçbir zaman bereketi eksilmemiş bu bölgede kendiliğinden yetişen yabani meyvelerle ve dağlarda avladıkları hayvanlarla beslenirlermiş. Üzümler, elmalar, ar­mutlar dallarında olgunlaştıktan sonra toplanmasalar bile, dökülen yap­rakların altında bozulmadan günlerce Amazonları bekleyebilirmiş. Ova koşullarında ata binmeyi öğrenen küçük kızlar, aynı zamanda or­manlarla kaplı dağlarda avcılıkta ustalaşmışlar. Aslında onların bu cen­net bahçelerinden çıkıp Anadolu diyarlarında macera aramaya hiç mi hiç niyetleri yokmuş. Ta ki Ulu Zeus Tanrıların babası olana kadar.

Erkeklerin egemenliğinde gelişen yeni halkların düzeni, onları zo­runlu olarak kendilerini korumak için, erkeklere karşı acımasız ol­maya yönlendirmiş. Erkekler sadece nesillerini sürdürebilmek için önemliymiş onların yaşamında. Ege kıyılarında ilk görüldüklerinde başlarında miğfer, sağ omuzlarından dökülen, savaş halinde hızlarının kesilmesini engelleyen hafif tunikler giyinmişler. Ayakları çıplakmış ve bindikleri atların örtüleri varmış. Silah olarak genellikle yay, mızrak, çift yüzlü hafif balta ve yarım kalkan kullanırlarmış.

Argo gemicileri Troas’tan yola çıkıp büyük bir sefer yapmaya karar verdiklerinde serüven dolu Anadolu’yu keşif yolculuğu da başlamış. Bu yolculuğa içlerinde Herakles’in de bulunduğu elli kahraman katılmış. Marmara üzerinden Pontus’a uzanan bu yolculuğun önemli konaklama noktalarından biri de Amazon ülkesi Themiskyra’ymış. Argo gemicilerini çok şaşırtmış bu ilginç kadınlar ülkesi. Onları daha yakından tanımak istemişler, ancak zaman yitirmemek için fazla oya­lanmadan Kolkhis’e varmak üzere yelken açmışlar. Ege insanının ilk tanışmasıymış bu Amazonlarla. Düş dünyalarını zenginleştiren bu in­sanlar, onlar için yeni efsane kaynakları olmuş.

Amazon Kraliçeleri

Ege’nin büyük şehirleri ilk kez Amazonlar tarafından kurulmuş. Batıya geldiklerinde Pitane, Myrina, Kyme, Gryneion, Smyrna, Efes ve Ptiene onlar tarafından kurulmuş. Hatta kayıp Atlantis ülkesi bile Kraliçe Myrina tarafından istila edilmiş. Amazon kraliçelerinin ma­cera dolu yaşamları artık onların da yaşamlarının, düş güçlerinin bir parçasıymış.

Amazon kraliçesi Hippo’nun büyülü kemerini Eurystheus’un kızı Admete Herakles’ten istemiş. Aslında kraliçe büyülü kemerini ken­diliğinden Herakles’e vermeye gönüllüymüş. Ama dedikoducu Tanrıça Hera, Amazon kılığına girerek onlara yaklaşmış ve Herakles’in kraliçeyi kaçıracağını söylemiş. Amazonlar bu söylentiye kanıp He­rakles’in gemilerine saldırmışlar. Çıkan savaşta Kraliçe Hippo’yu öldürmek zorunda kalan Herakles, kemeri alıp ve oradan kaçmış.

artemis

Bir gün Attika ülkesinin kralı Theseus, Amazon kraliçesi An- tiope’yi kaçırmış. Kraliçelerinin kaçırılmasına kızan Amazonlar ülkelerinden uzaklara uzun bir sefere çıkarak Ege’nin karşı kıyılarına, Atina’ya ulaşmışlar. Vakit kaybetmeden şehre saldırmışlar. Theseus, saldıran Amazonlara karşı koymuş ve onların kente girmelerine izin vermemiş. Atina kapılarında gerçekleşen savaşta Amazonlar geri püskürtülmüşler. TheseusAntiopeile evlenmiş ve kraliçeden Hippolyos adında bir oğlu olmuş.

Troya savaşı ilk başladığında, Troya halkının yardımına bütün Anadolu halkları koşmuş. Ama savaş saflarında ilk yerini alan savaşçı Amazon kadınları olmuş. Kraliçe Penthisileia öncülüğünde, Amozon birlikleri savaşın ilk yıllarında Akhalara aman vermiyorlarmış. Kraliçe Penthisileia bir savaş Tanrıçası görünümündeymiş. İnce tülden giysisi altında savaşın her yerinde varmış. Okları şaşmıyor, önüne çıkanı Ye­raltı Tanrısı Hades’e gönderiyormuş. Kraliçenin karşısına sonunda, Troya kahramanı Hektor’u deviren yiğit Akhileus çıkmış. Kraliçe onun­la korkusuzca dövüşmüş, ama Akhileus onu sağ memesi üzerinden ya­ralamış. Bu zorlu çatışmadan başarı ile çıkan Akhileus, kraliçenin si­lahlarını almak için yere eğildiğinde anlamış ne kadar güzel bir kadınla savaştığını. Kraliçenin güzelliği karşısında büyülenmiş adeta. Daha sonra onun bu duygulu anım alaya alan soytarı Theısites’ı öldürmek zo­runda kalmış.

İskitler ve Amazonlar

Amazonları yenen Yunanlılar, onları vatanlarından alıp üç büyük ge­miye bindirerek ülkelerine götürmek istemişler. Gemi denize açıldığında isyan eden Amazon savaşçıları gemileri ele geçirmişler ve bütün Yu­nanlıları öldürmüşler. Açık denizde bir geminin nasıl yöneltileceğini bil­meyen Amazonlar ne dümeni tutmayı, ne de yelkenleri kullanmayı bi­liyorlarmış. Kendilerini rüzgârın ve dalgaların yönüne bırakmışlar. Sonunda Dik Bayır diye bilinen Palus-Maiotis’e varmışlar. Amazonlar özgür İskitlerin ülkelerine gelmişler. Karaya iner inmez otlayan atları ev­cilleştirip İskit topraklarını yağmalamaya başlamışlar.

İskitleri yeni gelen bu beklenmeyen misafirler şaşkına çevirmiş. Bu saldırılara anlam veremiyor, uzaktan gördükleri at sırtındaki Ama­zonları uzun saçlı güçlü erkekler zannediyorlarmış. Bu saldırılar karşısında İskitler de karşı koymuşlar ve onlarla savaşmışlar. Savaş sonrası ölen Amazonları gören İskitlerin şaşkınlığı, bunların kadın olduğunu görünce daha da artmış. Kendi aralarında görüşmüşler ve ne olursa olsun bundan böyle onları öldürmemeye ve onlarla dost ol­maya karar vermişler. Ancak ne kim olduklarını biliyorlarmış, ne de dillerini. Aralarından seçtikleri genç delikanlıları Amazonların kamp etine yakın bir yere göndermişler ve Amazonları izlemeye ko­yulmuşlar. Kadınlar üstlerine gelse dahi, karşı koyma yerine geri çekileceklermiş ve kadınların davranışlarına göre uyumlu bir şekilde onlara yaklaşmayı deneyeceklermiş.

İskitler uzun bir süre planladıkları gibi, Amazonlara yakın bir yere kamp kurup onları izlemişler. Zaman içerisinde bu delikanlılardan bir zarar gelmeyeceğini anlayan Amazonlar, onların bu derece yakınlarında olmalarına aldırış etmez olmuşlar.

Bir Amazon kız ile bir İskit delikanlısı arasında başlayan aşk ilişkisi, aynı zamanda Batı Anadolu insanı ile Amazon halkının kaynaşmasını sağlamış. İki genç arasında gelişen bu yakınlaşma daha sonraları diğer yakınlaşmalara da öncülük etmiş. Birbirinden ürken iki cins artık işaretlerle de olsa anlaşmayı başarmış. İskitler bir türlü Amazon dilini çözememişler, ama Amazonlar az çok er­keklerin dillerini anlamaya başlamışlar. Sonraları yerleşik yaşamı özleyen erkekler için bu kamp aşkı artık yerleşik yaşama dönüşmeliymiş. Evleri barkları, bütün malları şehirde kalmış. Ama­zonları şehirdeki evlerine götürmek istemişler. Onlara evlerinin kadınları olmalarını ve şehirde yaşamayı önermişler. Amazonlar için kabul edilemez bir teklifmiş bu. Onlar, İskit kadınları gibi erkek ege­men toplumda evlere kapanıp yaşayamayacaklarını söylemişler. Amazonlar için ata binmek, ava gitmek ve doğa ile birlikle yaşamak vazgeçilemez bir yaşam biçimiymiş. Erkeklere mallarını mülklerini alıp, kendi düzenlerinden tamamen koptuktan sonra tekrar gelmelerini ve birlikte yaşamayı önermişler. Delikanlılardan bazıları bu öneriyi kabul etmişler ve mallarını mülklerini alıp geri dönmüşler. Ama bu değişiklik Amazonları ürkütmüş. Zamanla diğer İskit halklarının bu durumu kabullenmeyip onları rahatsız edeceklerini düşünmüşler. Uzaklara, başka topraklara gitmeyi önermişler. Genç çiftler topluca kuzeye göç etmişler. Üç günlük yaya yolculuktan sonra geldikleri topraklara yerleşmişler. İşte başlangıcı bu şekilde oluşan bu halk, Sauramatlarmış. Kadın erkek birlikte ata binmişler, birlikte ava gitmişler. Torunları da, dede ve büyükannelerinin geleneğini devam ettirmişler. Eski Amazon töreleri kadınlar arasında yine yüzyıllarca devam etmiş.

İşte o tarihlerden bu yana Amazon öyküleri anlatılır durur. Akıl almaz bu öyküler değişik biçimlerde dilden dile dolaşır da, bir türlü inanamaz halk bu öykülerdeki olaylara.

Bu sabah Ortygia korusundaydım. Burası Leto’nun Ulu Artemis’i doğurduğu şahane korudur. Önümüzdeki ay, yaz mevsiminin başlangıcı, Artemis’in doğum gününü kutlayacağız burada. Solmissos Dağı’nda Tanrıça’ya kurbanlar sunduktan sonra, koruda rahiplerin dans­ları başlayacak. Bir ay sürecek bu şenlikler yılın en güzel günleridir benim için. Ara sıra gelirim buraya, hep aynı ağacın altına oturup, bir oraya bir buraya koşturan atlıları izlerim. Ömrüm boyunca hiç görmediğim Themiskyra’yı çağrıştırır bana.

 

KÜRŞAT BAŞDEMİR