ANNEME
Sen bilir misin ki, ben aslında küçücük bir çocukken birçok ülkeyi gezdim, bir çok klasik roman kahramanıyla tanıştım. Elli yaşın ortalarındayken bugünlerde bile bir ülkeye seyahat ederken senin belleğimde o ülke hakkında yarattığının imajdan farkı bir manzarayla karşılaşma tedirginliği yaşarım.
Soğuk kış günlerinde, talaş sobasının kenarında, Kozet’in Paris’ini, Oliver Twist’in Londra’sını, Kelebek romanındaki Henry’nin kaçmak zorunda kaldığı egzotik ülkeleri hala senin kardeşimle bana geceleri sesli okumalarında zihnimde yarattığın görüntülerle anımsarım. Hiçbir zaman kendime ait bir odam olamamıştı ama bizimki gibi kocaman bir çocuk kütüphanesini yaşadığım sürece (benim evim de dahil) hiçbir evde göremedim.
Onca işin arasında bizimle akşamları ilgilenecek zamanı bulur, derslerimiz kontrol ettiğin gibi, (biraz aşırıya kaçsa da) okuduğum kitapları üşenmeden okur ve bizimle tartışırdın.
Bir ilkokul öğretmeniydin. Hani şu sınıfından en az 6-7 tane sınavlarda başarılı öğrenci çıkaran iddialı öğretmenlerden değildin asla. Sınıfı bir bütün olarak görür, öğrencilerin tamamına eşit yaklaşırdın. Özel olarak bir kaç parlak öğrenciyle ilgilenmek için bütün sınıfı asla ıskalamazdın. Bunu çok sonraları üniversite öğrencisiyken bir seferinde, bir vesileyle sınıfını ziyaret ettiğimde anlamıştım. İnsan annesini objektif değerlendiremiyor. O gün 50 dakikanın ne kadar hakkını verdiğini ve ne kadar iyi bir öğretmen olduğunu gözlerimle görmüştüm.
Çocuklarımın dersleriyle ilgilenirken özellikle bazı matematik kavramlarını anlatmada zorlandığımda hala seni arar ve fikrini sorarım. Hayat da basit görünmesine rağmen karmaşık bir matematik problemi. Şaşırtmacalı, asimetrik bir labirent. Çocukluğumuzda her seferinde elimizden tutup bu çetrefilli hayatta doğru yolu bulup, çıkarttın bizi bu labirentten. Biz hala doğru yolda mıyız, o labirentlerden kendi başımıza geçebiliyor muyuz, onu da başkaları taktir edecek.
Ne mutlu ki, yaşamınım büyük bir kısmını uzak şehirlerde geçirsem de varlığın bana hala güç veriyor.
14.05.2017