ANADOLU’DA BEŞ BİN YILLIK BARIŞ
Binlerce yıl dört bir yandan gelen kavimlerce işgal edilen Anadolu toprakları, büyük devlet ve imparatorlukların çalkantılı tarih öyküleri ile anılır. Tarih kitapları, kurulan bu imparatorlukların Anadolu halkının zengin kültür ve sanat birikiminden etkilendiklerinden ve onlarla kendi değerlerini yoğurup kaynaştırdıklarından bahseder. Ama bu zengin birikimin gelişme sürecine ve temellerine fazlaca değinmez. Anadolu’nun yerli halklarının neden kendi devlet ve imparatorluklarını kuramadıklarını pek sorgulamaz. Kimi kitaplar neolitik dönemdeki bir iki yerleşim alanı ve Çatalhöyük’ün arkeoloji tarihindeki yeri ve öneminden bahsettikten sonra, Asur ticaret kolonilerini ve Hitit devletini anlatmaya başlar. Çatalhöyük ve Hitit devletinin kuruluşu arasında geçen, sırları tamamen çözülmemiş 5 000 yıllık dönem Eski Anadolu halklarının çeşitli değişimler ve dönüşümlerle günümüze ulaşan temel özelliklerini içinde barındırmaktadır.
Büyük Hitit İmparatorluğu batıdan gelen ikinci göç dalgasıyla yıkılınca, yeni gelen kavimler Anadolu’yu batıdan doğuya talan ederek Suriye’ye kadar ilerlediler. Sonraları İÖ 10. yüzyılda bu sefer batıdan gelenler Ege kıyılarına yerleşerek kent devletlerini kurdular. Önce Yunanlılaşma sürecini yaşayan Anadolu halkı, İÖ 1. yüzyılda hızlı bir biçimde Romalılaşma sürecine girdi. Daha sonraları Orta Asya’da büyük bir güç haline gelen Moğolların kovaladığı Türkler doğu kapılarından Anadolu’ya girince bin yıllık Hıristiyanlaşma süreci yerini Türkleşme ve İslamlaşmaya bıraktı. Bu uzun ve çalkantılı siyasal tarih dönemi boyunca yerli halk, köklerini neolitik dönemden beri taşıdığı birikim ve geleneğini sürekli yaşatarak değişim ve dönüşüm süreçlerini yaşadı.
Çatalhöyük: Anadolu’da Tarım Hayatının İlk İzleri (İÖ 6500-5700)
Ortadoğu ve Anadolu’daki toplumsal gelişim, bitkilerin, hayvanların evcilleştirildiği ve ilk kentlerin kurulduğu dönemlerden beri tarihsel süreç açısından karşılaştırıldığında, ortaya çıkan önemli farklılıklar Anadolu halklarını daha iyi tanımamızı sağlıyor,
Dünyada binlerce yıl süren ortaklaşa mülkiyet, varlığını bitkileri toplama ve avlanma ile sürdürüyordu. Topluluk üyeleri ortaklaşa çalışarak elde ettikleri ürünleri eşit bir şekilde paylaşıyordu. Bu şekilde eşitsizlik yaratmayarak farklı gruplaşmalar ve bölünmeler engelleniyordu. Sınıfsız toplum yapısı böylece yıllarca varlığını korudu. Ancak üretici güçlerin gelişmesiyle ve üretimin artmasıyla yavaş yavaş aile mülkleri oluştu. Aileler kendi öz mallarını ürettiler ve özel mülkiyet dönemi başladı.
Neolitik dönem genel olarak değerlendirildiğinde, çiftçi ve çobanların alışverişindeki barışçı ve savaşçı ilişkilerin uygarlığın gelişim çizgisini yönlendirdiği göze çarpar. Arkeolojik verilere göre ilk neolitik yaşam belirtileri önceleri Filistin’deki Jericho’da, daha sonra da Anadolu’da Çatalhöyük’te ortaya çıkmıştır. Her iki yerleşim yerinde de, yerleşik yaşama su kıyılarında küçük sulama tarımı yaparak başlanmıştır.1
Çatalhöyük, neolitik dönemde bir kısmı ormanlarla kaplı olan Konya Ovası’nın en verimli bölgesinde kurulmuştur.2 İÖ 6500-5700 yılları arasında iskân gören bu büyük bir köy görünümlü yerleşim alanı 140 dönüm araziyi işgal ediyordu. Yaşam burada bitkilerin ve hayvanların evcilleştirilmesiyle başlamıştı. Özellikle sığırın ilk evcilleştirildiği yer burasıydı. Bu dönemde yaklaşık 5-6 bin kişinin yaşadığı bu yerde usta ağaç işçileri, dokumacılar, taş cilalayıcılar ve çömlekçiler de vardı. Yapılar birbirine bitişik odalardan oluşuyordu. Bu odalarda fırın ve tahıl varilleri vardı. Bazı odalar depo görevi görüyor, bunlarda zengin döşemeli sunaklar bulunuyordu. 3
İlk yerleşim evrelerinde yer hizasında kapılar bulunduğu halde, aile ölülerinin bina içine gömülmelerinden dolayı yer seviyesi zamanla yükselmiş ve girişlerin çatıdan yapılması zorunlu bir gelenek haline gelmişti. Çatalhöyük’te din, günlük yaşamla iç içeydi. Evler yemek, içmek, oturmak ve yatmak için kullanılırken, aynı zamanda kutsal bir alandı. Aile büyüklerinin gömütleri üzerinde devam eden yaşam barış içinde yıllarca devam etti. Çatalhöyüklüler Ana Tanrıçayı evlerinde konuk ettiler. Binlerce yıl onunla iç içe, bir yaşam sürdüler. Zaman ilerledikçe evler yükselmeye başladı. Gün geldi, mekânlar terk edildi. Yaşam Anadolu’nun bir başka köşesinde devam etti. Fakat Ana Tanrıça evlerden dışarı hiç çıkmadı. Binlerce yıl Anadolu halkını evlerinde izledi. Evlerin Ana Tanrıça ile kutsallaşması, sanatın günlük yaşamla iç içe yaşanmasını sağladı. Çırılçıplaktı Ana Tanrıça; özellikle doğum yapma durumunda görürüz onu. Bu hali ile bereketin ve çoğalmanın sembolüdür.
Anadolu’da ve Ortadoğu’da Dinsel Yaşam Farklılıkları
Mezopotamya köylerinde üretimin artmasıyla toplanan artı değerler için ev odalar yetmeyince daha büyük binalar inşa edilmiş ve Tanrı’nın evi bu binalara (tapınaklara) taşınmıştır. Toplumsal artının toplandığı tapınaklarla büyüyen köyler, nüfusları artarak, içlerinde çeşitli sınıfsal farklılıkları barındıran kentlere dönüştü. »Tapınaklarda başlayan farklılaşma süreci tarım ve sanayi farklılaşmasını da yaratmıştır. Önceleri kadınların yürüttüğü çömlekçilik, şarapçılık ve dokumacılık gibi işler erkeklerin eline geçmiş, başlı başına birer zanaat olmuşlardır. Artık Mezopotamya’da erkek egemen toplum süreci başlamıştır. 4
Anadolu halkı tarımsal alanlarının Mezopotamya ve Mısır gibi verimli olmaması, Ana Tanrıçayı binlerce yıl tapınaklara taşıyamadı. Bu kutsal varlık günlük yaşamın ebedi, vazgeçilmez bir parçasıydı, evlerin bereketiydi. Artı değer artmayınca binlerce yıl tapınaklar kurulmadı, kent devletleri oluşmadı.
Çatalhöyük’le başlayan güncel yaşamdaki bu kutsal mekân anlayışı, Anadolu’da daha sonra kurulan yerleşim alanlarında da devam etti. Başlangıçta kült odaları ve güncel mekânlar aynı iken, çok sonraları güncel kullanımdan kopup yine ailelere ait küçük tapınaklara dönüştü. Duvarlara asılan yengi belirtileri olan heykeller, hayvan kafaları, idoller bu küçük kutsal alanların parçaları olarak binlerce yıl yaşadı. Geometrik resimler, el basmaları, kil ve alçıdan yapılmış heykelcikler bu küçük kutsal alanların süsleriydi.
İÖ 5200 yıllarında Hacılar’daki erken kalkolitik yerleşim yerlerinde Çatalhöyük benzeri küçük kutsal alanlara rastlanmıştır. Hacılar evlerinde de kutsal alanlar güncel yaşamla iç içedir. Arkeolojik araştırmalar güncel yaşamdaki dinsel etkileri güçlü bir şekilde hissettirmektedir. Bu anlayış Anadolu’da daha ileriki tarihlerde de değişmemiştir. İÖ 3 bininci yılın ikinci yarısından itibaren Anadolu’da küçük devlet siteleri oluşmaya başlamıştır. Tarıma dayalı bir ekonomileri olan bu küçük devletler aynı zamanda metal ve metal ürünlerinin işlemeciliği ile zenginleşmişlerdir. 5 İÖ 2900-2400 yılları arasında iskân gören Beycesultan’da yapılan araştırmalar, kutsal alanlar ile güncel mekânı birbirinden ayıracak nitelikte sonuçlar vermemiştir. Küçük tapmak niteliğinde sayılacak mekânların bile ocaklara, et kütüklerine ve erzak çömleklerine çok yakın olması dikkat çekicidir.
Kültepe’de yapılan araştırmalar, İÖ 2 binli yıllarda tarımın oldukça gelişmiş olduğunu göstermektedir. Kazılarda bulunan yanmış tahıl taneleri, el değirmenleri, tahıl depolamaya yarayan büyük küpler ve taş ambarlar bunun kanıtıdır. Ayrıca bu dönemde gelen Asurlu tüccarlar sayesinde gelişen ticari ilişkiler buradaki Kaniş kentini oldukça zenginleştirmiştir.7 Ancak bütün bu gelişmelere rağmen tapınak veya benzeri bir yapı bulunamamıştır. Dinsel yaşam daha evvelki yerleşim merkezlerinde olduğu gibi Kültepe’de de yaşamla iç içedir.
Olta Anadolu’da olduğu gibi Batı Anadolu ve Ege Bölgesi’nde de İÖ 2000 yılına kadar tapınaklarla ilgili bir ipucu bulunamamıştır. Ancak evlerin içinde kült odalarına rastlanmıştır. Troya’daki büyük Megaron A’nın dinsel yaşamla ilintili büyük bir konut olduğu düşünülmektedir. 8 Hermos kıyılarında Larissa’da bulunan bir yapının tapmak mı yoksa bir konut mu olduğuna karar verilememiştir. Ancak bu yapıda bulunan büyük bir taşın Ana Tanrıça’yı simgelediği görüşü ağırlık taşımaktadır.
Hitit Devleti ve Tapınaklar Dönemi :
Nihayet İÖ 1500 yıllarında Eski Hitit döneminde bağımsız tapınaklar karşımıza çıkmaya başlar. Kültepe’de rastlanmamasına rağmen Anadolu’daki ilk tapmaklar Asur ticaret kolonilerinin gelmesiyle inşa edilmeye başlanmıştır. I. Hattuşil zamanındaki İnandık Tapmağı şimdiye kadar bulunmuş en eski Hitit tapınağıdır. Bu tapmakta bulunan ünlü İnandık Vazosu kutsal evlilik törenini simgeler.9 Bu vazo ve diğer buluntularda tasvir edilen olaylar Mezopotamya bağlantılıdır. Hititler, Mezopotamya ve Anadolu Tanrılarını birleştirmiş ve Hatti ülkesinin bin tanrısını tapınaklarına yerleştirmişlerdir. Kil tabletler, Anitta’nın, Nesa’da kent yaptırdığı ve kentin arka tarafında da Fırtına Tanrısının evini yaptırdığından bahseder. Bu tapmakta mallan saklamaya yarayan odaların olduğu anlaşılmaktadır. Artık Anadolu toprakları köleci devlet yapısıyla tanışmaya başlıyor ve Ortadoğu’daki gibi, tapmaklar çevresinde örgütleniyordu.
Hitit İmparatorluğu döneminde başkent Hattuşaş’da bulunan en eski dinsel merkez İÖ 14. yüzyılda yapılan Büyük Tapınaktır. İmparatorluğun büyümesiyle binlerce yıl sonra dinsel yaşam evlerden tapınaklara taşınmıştır. Gelişen Hitit ekonomisi Hattuşaş’ı ambarlar ve depolar kentine dönüştürmüştür. Büyük Tapmağı çevreleyen depoların sayısı 175 odayı bulmaktadır. Bu depolarda seramik küplerde saklanan çeşitli sıvılar, yiyecekler, kumaşlar ve silahlar bulunuyordu. Başkent Hattuşaş tam bir tüketim merkeziydi. Anadolu’nun dört bir yanında üretilen ürünler, savaş ganimetleri burada tüketiliyordu. Artık binlerce yıllık Anadolu halklarının özgür yaşamı, yerini büyük bir hızla sınıflı toplumun kurallarına bırakıyordu. Ama yine de Eski Anadolu’ya özgü alışkanlık ve gelenekler yeni dinsel yaşamda kendilerine bir yer bulmuşlardı. Örneğin Mezopotamya’da kalabalık bir ruhban zümresi hayli zengin ve saygın bir yaşam sürerken, Hitit rahipleri tapınaklarda değil, kendi evlerinde çocuklarıyla birlikte yaşıyorlardı. Görevleri sadece tapınakları açmak, dualar okumak ve Tanrı’nın hizmetinde olmaktı. Hitit döneminde hiçbir zaman Mısır’daki gibi büyük anıtsal tapınaklar yoktu. Köleci bir toplum olmasına rağmen, diğer Doğulu despot devletlere göre ceza kanunları çok daha yumuşaktı. Köleler mülk sahibi olabiliyor, bedelini ödeyerek özgürlüklerine kavuşabiliyorlardı. Bayındır hizmetlerini köleler özgür insanlarla birlikte yürütüyorlardı.10
Hattuşaş dışında da rahipler tarafından idare edilen küçük tapınaklar vardı. Tanrıların yeryüzündeki ikametgâhı olan bu yapılarda Tanrılara her gün ekmek, et, un ve bir kadeh bira sunulurdu. Halktan zengin kişiler ise tapınaklarda Tanrılara öküz kurban etmekteydiler.
Hititler Anadolu’da egemen oldukları en parlak yıllarında bile Anadolu yerli halkının Tanrılarını devlet Tanrıları olarak kabul etmişlerdir. Daha sonra bu Tanrılara Hurri Tanrıları ve Mezopotamya’dan gelen Tanrılar eklenmiştir. Ancak Anadolu’ya sonradan gelip devlet kuran göçebe kavimler dinsel anlamda fazla bir katkıda bulunamamışlardır. Onların en büyük başarısı Anadolu’da çeşitli yörelerde yaşanan yerel kült anlayışını örgütleyip, krallık ekseninde resmileştirmeleridir.
Hitit döneminde Anadolu’da yerli halkın en çok benimsediği Tanrılar; toprak, bitki ve verimin Tanrısı Telipinu, Fırtına Tanrısı ve Güneş Tanrısı gibi doğayı simgeleyen Tanrılar olmuştur.11 Aslında Hititlerle birlikte doğa cinsiyet değiştirerek Tanrısal özelliklerini korumuştur. Ama yine de neolitik dönemden beri bir dişi halka tapınan
Anadolu halkı, Ana Tanrıçasına çeşitli biçimlerde tapınmaya devam etmiştir. Ana Tanrıça, Hattilerde Vuruşemu, Hurrilerde Hepat, Hi- titlerde ise Arinna’nın Güneş Tanrıçası adını taşımıştır. Sonraları Geç Hitit döneminde adı Kupaba’dır. Dinsel metinlerde Arinna’nın Güneş Tanrıçası ve Hurri kökenli Hepat birbirinden ayrı Tanrılar olarak anlatılır. Hitit İmparatorluğumun koruyucusu Güneş tanrıçasının sembolleri panter ve güvercindir. Nitelikleri doğru yargı, merhamet ve otoritedir. Hepat ise Hititler için göklerin kraliçesidir. Onu, ya bir aslanın üzerinde ya da tahtında otururken görürüz. Hepat sadece Orta Anadolu halklarının değil, Toroslar’ın, Halep’in Tanrıçasıdır. Hepat’la Teşup karıkoca olarak, hem Hunilerde hem de Hititlerde anılır. Hitit hiyerogliflerinde Hepat sadece kendi adıyla anılırken, Teşup Fırtına Tanrısı olarak anlatılır. Teşupia eşit, hatta çoğu zaman daha üstün görülür. Arinna’nın Güneş Tanrıçası ve Hepat; bu iki Tanrıça ayrı ayrı anlatılsa da, bir Hitit metninde ikisi bir arada anılmaktadır.
“Arinna’nın Güneş Tanrıçası efendim benim,
Biitün ülkelerin sultanı…
Arinna’nın Güneş Tanrıçası derler sana Hitit ülkesinde,
Oysa yurt edindiğin sedirler ülkesinde,
Hepat denir adına senin…”12
Anadolu’da insanlar Ana tanrıçayı öte dünya kaygısıyla sev- memişlerdir. Her dönemde o, tamamıyla bu dünyanın Tanrısıdır. Doğa onunla sevilmiş ve bütünleştirilmiştir. Doğanın doyuruculuğu ve verimliliği onunla dile getirilmiştir. Bu topraklarda yaşayan insanların yaratıcı gücü ve kişiliği, onun tarafından yansıtılmıştır. Ortadoğu’da hızla gelişen savaşçı ilişkiler, fetihler ve sınıflı toplumlar yaratırken, Anadolulu çoban ve çiftçiler binlerce yıl barış içinde yaşamışlardır. Bu anlamda barışın sembolüdür Ana Tanrıça. Anadolu insanı kendi özünden büyük devletler ve imparatorluklar çıkaramamıştır, ama kendi geçmişinden geleceğe taşıdığı çok önemli insani değerleri bu topraklar üzerinde yaşayan imparatorluklarla kaynaştırmıştır.
KÜRŞAT BAŞDEMİR
DİPNOTLAR :