didyma

Didyma Yolcuları

Limanda gün doğarken, yine yalnız başıma bekliyordum. Bulutlar, kenti çevreleyen tepelere doğru süzülürken, Halikarnassos’un serin ve nemli esintisi limanın üzerinde dans eden martıları tehdit ediyordu. Bir süre sonra Miletos’a demir alacak geminin mürettebatı ağır hareketlerle hazırlıklara başladı. Nihayet, yükleme sonrası yolcular gemiye alınırken, Miletos’a demir alacak bu beyaz gemide benimle birlikte sadece birkaç yolcu daha vardı. Büyük bir İyonya kenti olan Miletos’tan Efes’e başka bir gemi  ile ulaşmanın çok daha kolay olacağını agorada konuştuğum Karyalı’dan öğrenmiştim.

Küreklerin durgun su yüzeyine çıkarttığı sesleri, sessiz limanın her tarafından kolaylıkla işitilebilirdi. Halikarnossos melteminin serin esintisi, geldiğim sıcak ülkenin ne kadar da uzaklarda kaldığını hissettirdi. Yola çıkarken, birkaç yağmur tanesinin küpeşteleri ıslatması, ağlamak için bahane arayan bulutları yeterince cesaretlendirememiş; tekrar gökyüzüne yükselerek dağılmışlardı. Ben dalgın, düşünceler aleminde gezinirken, gemi çoktan Halikarnossos kıyılarını terk edip, Karya’nın kuzey sahillerinden açık denize yelken açmıştı.

Karya’nın güzel kıyılarını son kez seyretmek için arkama döndüğümde, gözlerim güvertede yanımda oturan yaşlı adam ve onun koltuğunun altına büzüşmüş uyuyan küçük oğlan çocuğuna ilişti. Yaşlı adamın üzerindeki giysilerin eski ve yamalı olmasına karşın, temiz bir görünümü vardı. Gözlerini denizde belirsiz bir noktaya dikmiş, gözkapaklarını kırpmadan boşluğa bakıyordu. Düşünceli yüzünde tedirgin ve korku dolu bir ifade vardı. Yaşlı adamla uzun süre konuşmadan yan yana oturduk. Çıkınımdan çıkardığım ekmeğin bir parçasını bölüp, yaşlı adama verdiğimde konuşmak için bir bahane oluşturmuştum. Yaşlı adamın adının Solon olduğunu, oğluyla Didyma’ya, Apollon Tapınağı’nı ziyarete gittiklerini öğrendim.

Solon, tapınakla ilgili meraklı sorularımı önce kısa yanıtlarla geçiştirmeye çalışsa da, bir süre sonra merakımı gidermek ve sanıyorum Halikarnossos’tan beri üzerinden atamadığı gerilimi biraz azaltmak için hikayesini anlatmaya başladı:

“Bundan tam otuz yıl önce, yine bir gemi ile Halikarnassos’tan Didyma’ya gitmiştim. O zamanlar çok hırslı ve ihtiraslı bir adamdım. Babam yeni ölmüştü ve bana çok az bir miras bırakmıştı. Küçücük bir dükkan, birkaç gümüş kap ve çok az para. Taşıyabileceğim bütün varlığımı da yanımda Didyma’ya götürmüştüm. Onları adak olarak Tanrı Apollon’a sunacaktım. Tapınağa vardığımda rahibeye derdimi anlatmak için günlerce yardımcılarının peşinden koşuşturdum. Onlar bana, rahibenin benimle ilgilenmediğini, boşuna beklediğimi ve bir an önce ülkeme dönmemin benim yararıma olacağını söyledilerse de, inatla ve sabırla tapınağın önünde günlerce bekledim. Rahibe sonunda ikna oldu ve benimle ilgileneceğini yardımcıları ile bana iletti. Benim için kutsal pınarda ayaklarını ve eteklerini ıslattı. Tapınağın sözcüsü, rahibenin o gün benim için söylediklerini okuduğunda çok sevinmiştim, dünyalar benim olmuştu. Sözcü bana, çok zengin olacağımı ülkemde elde etmek istediğim şeylerin daha da fazlasına sahip olacağımı söylemişti. Ne var ki, bu zenginliğin beni mutluluğa ulaştırmayacağını çünkü bahtsız bir insan olarak dünyaya geldiğimi ve günün birinde dertlerim ve acılarımla öleceğimi de söylemişti. Ben son söylediklerine hiç aldırmadım; çünkü eğer zengin olursam, her koşulda bir yolunu bulup mutluluğa ulaşacağımı düşünüyordum.

Ülkeme döndükten kısa bir süre sonra, gerçekten de söylediklerini doğru çıktı. Küçük dükkanımdaki kazancım her geçen gün artıyordu. İşlerimi daha da büyütüp, yeni dükkanlar satın aldım. Sonraları ülkemin mallarını başka ülkelerin pazarlarında sattım. Knidoslu tüccarların bile erişemeyeceği servetler edindim. Bir çok kez mallarımı satmak için Suriye’ye, Mısır’a seyahatler ettim. Oralardan aldıklarımı da, Karya kentlerinde pazarladım. Her şey iyi gidiyordu. Üstelik zenginliğim ve gücüm sayesinde mutluluğu da elde ettiğime inanmıştım.”

Yaşlı adam biraz soluklandıktan sonra içini çekerek hikayesine devam etti: “Meğer yanılmışım. Önce sevgili karım umarsız bir hastalığa yakalandı. Onu Karya’nın bütün hekimlerine gösterdim. Bir türlü çare bulamadılar. Başka ülkelere de götürdüm. Ünlü hekimlere gösterdim. Hekimlerin söylediklerini eksiksiz yaptım; iyileşmedi. Sonunda Halikarnassos’ta acılar içinde can verdi. Karımın ölümünden birkaç yıl sonra, büyük oğlum yakalandı bu illet hastalığa. O da, annesi gibi acılar çekiyordu. Bu kez onu iyileştirmek için bütün servetimi harcadım. Yine ilaçlar şifa vermiyordu. Çocuğum acılar içinde kıvranırken hiçbir şey yapamıyor, çaresizce onun acılarının son bulması için ölümünü bekliyordum. Yüce Apollon bana mutluluğu bir kez daha çok görmüştü; çabalarım boşunaydı. Zavallı oğlum, kollarımın arasında onu kurtarmam için bana yalvararak öldüğünde her şeyimi kaybetmiştim; malım, mülküm hiçbir şeyim kalmamıştı şu ufacık çelimsiz yavrucaktan başka.

Küçük oğlumla bu kez yine, o tapınağa, tanrıdan acı dilenmeye gidiyorum. Acıların en büyüğünü bana verdi. Ben ona beni de yanına alması için yakaracağım. Karşılığında sadece onu korumasını ve onun yaşamasını istiyorum. Ona yaşatacağı acılarınsa, hepsini bana vermesini istiyorum.”

Solon ayaklarının altında duran çuvalı kaldırdı ve içinden bir gümüş testi çıkardı. Testiyi bana göstererek, “Yıllar önce bu testiyi tapınağa götürecektim. Ama sonradan çok sevdiğim için kıyamadım. Bütün değerli varlıklarımı tapınağa götürürken, onu kendime ayırmıştım. Şimdi bu testiden başka hiçbir şeyim kalmadı, onu da tanrıya sunacağım,” dedi ve uzun süre hiç konuşmadan denize boş gözlerle bakmaya devam etti.

Gemi, Panormos limanına yaklaştığında, yaşlı Solon ve oğlundan başka inmek için hazırlanan hiç kimse yoktu. Solon küçük oğlunu başını okşayarak uyandırdı. Ayağa kalktılar, yaşlı  adamla ilk ve son kez vedalaştık.

Baba oğul iki yanında aslan heykelleri sıralanan kutsal yoldan Apollon Tapınağı’na yazgılarını değiştirmeye giderken, gemi çoktan yarımadanın öbür ucunda beni bekleyen Miletos kentine doğru hızla yol alıyordu.

Bir Önceki Yazı