Timon’un Ölümü
Akdeniz’in koyu lacivert sularında ölüm döşeğindeki yaşlı dostumu sorgulayan dalgın gözlerim, Tanrıça’nın rahmine dönen kızıllığı henüz fark etmişti. Kaanlık suların üzerinde belirlemeye çalıştığım ipuçları zaman geçtikçe kayboluyordu. Ayağa kalktım, bitişik odanın kapısını araladım. Timon yine sırılsıklam terlemiş, iniltili ve cansız sesler çıkarıyordu. İçeri girdim, Timon’un giysilerini değiştirdim. Alnında ve sırtında biriken terleri sildim; su vererek rahatlamasını sağladım. Yaşlı adam son birkaç günden beri inatçılığı bırakmış, isteksizce de olsa, karşı koymadan söylediklerimi yerine getiriyordu. parmağı ile işaret ederek yanına oturmamı istediğinde odadan çıkmak üzereydim. Geri dönüp, yatağın kenarına oturdum. Konuşmakta güçlük çeken yaşlı dostumun iki elini birden tutarak, kendisini fazla zorlamamasını söyledim. Timon hafifçe doğrularak başını duvara dayadı. Ard arda gelen birkaç kez öksürdükten sonra, kendini toparladı ve konuşmaya başladı,
“Hastalığımın seyrinin iyiye gitmediğinin farkındayım. Önceleri acı çektiğim için tanrıların beni cezalandırdığını düşünüyordum ama, artık son günlerimin geldiğini anlayabiliyorum. Biliyorum ki, acılarım yakında sona erecek. Çok kötü günler geçirdim. Savaşlar, katliamlar, acılar. Fakat yine de, kötü bir hayat yaşamadım diyebilirim. Ömrümün büyük bir bölümü rulo rulo eserlerin saklandığı kütüphanelerde geçti. Krallara ve büyük devlet adamlarına hizmet ettim. Çoğu zaman yararlı işler yaptığıma inandığım için de, kendimce gururlandım. Ancak yaşamının bir bölümü vardır ki, o yıllar benim daha sonraki hayatımı etkilemiştir. Efes’ten Pergamon’a geldikten sonra, kralın yanında geçirdiğim yılların etkisinden hiçbir zaman kurtulamadım. Ona, çalışmaların her safhasında yardımcı oluyordum. Sana korsan gemisinde anlattığım gibi, kral için kütüphanenin kurucusu eski Pergamon kralı Attalos’un eserlerini araştırıyordum. Kralın üzerinde çalışma yapmak istediği insanları, mahkumlar arasından seçmek zorunluluğu ile karşı karşıya idim; bu nedenle vicdanım bunca yıl sonra bile rahat değil; çünkü bu acıyı hep içimde yaşattım,” Timon sözlerini zorlanarak tamamlamıştı; derin bir soluk aldıktan sonra tavana bakan gözlerini bana kaydırdı ve devam etti,
“Zamanla kralın tutkularına ortak olmuştum. Yaptığı deneylerden elde ettiği sonuçlar, en az onun kadar beni de heyecanlandırıyordu. Bir tanrının yardımcısı olduğuma inanıyordum. Kralın tutkuların kurbanı olmuştum. Kaç kez tanrıların babası ulu Zeus’a gidip günahlarımı affetmesi için yakardığımı, sunağına kapanıp ağladığımı hatırlıyorum. İçimdeki korku ve kuşkulara rağmen bir tanrıya yardımcı olmak, o zamanlar benim için yüce bir duyguydu. Kralın buyruğuna uyarak Attalos’un zooloji ve botanik alanında yazdığı bütün eserleri okudum. Pontus kralı, özellikle Attalos’unzehirbilim alanında yaptığı çalışmalarla ilgiliydi. Zaman zamanPergamon’u krallığının başkenti yapmasının gerçek nedeninin burada yaptığı çalışmalar olduğunu bile düşünürüm. Onca savaşlar ve sorunlarla boğuşurken, Attalos’un bulgularıyla kendi bulgularını bir araya getiriyor ve yeni eserler yazmaya gayret ediyordu. Çevresindekiler pek farkında olmasa bile, bu konuda en güvendiği kişi olduğumdan her şeyin farkındaydım. Kral gencecik delikanlılara bile acımadan hazırladığı sıvıları içiriyor ve bunların çoğu zehirlenerek ölüyordu. Bazen de canlı canlı işkenceler yapıyor, sonra da cesetlerini parçalara ayırıyordu.
Artık kralın neyin peşinde olduğunu kavramıştım. O bir tanrı değildi ve sadece tanrısal sırların peşindeydi. Bütün amacı bir tanrı gibi ölümsüz olabilmekti. Sonraları, Helence yazdığı günlüğünden bir kaç satırı okuyunca kralın neyin peşinde olduğundan büsbütün emin oldum. Aylardır ölümsüzlüğün reçetesini hazırlamak için uğraşıyordu. Hayranlıkla andığı Büyük İskender’in yaptıklarından daha da fazlasını yapabilmek için tanrısal ölümsüzlüğün peşindeydi; ürktüm ve irkildim; tanrılara beni affetmeleri için yalvardım. Bilmeyerek ve istemeden tanrıların buyruklarına karşı gelen bu günahkara yardım etmiştim. Tanrıların sırlarını çalmaya cüret eden ölümlülere ne derece dehşetli cezalar verdiğini biliyordum. Oysa, ben o günlerde kralın da, tanrılar kadar güçlü ve korkunç bir yaratıktık olduğuna kendimi inandırmıştım; onun hükümlerinin dışına çıkmama olanak yoktu. Tanrılar günahlarımı affetsin.” Birkaç derin nefes alıp, biraz dinlendikten sonra güçsüz parmaklarıyla elimi sıkarak hırıltılı sesiyle konuşmaya devam etti,
“Tanrıların gazabı üzerimizdeydi. Kralın heybetli görüntüsü ve insanın beynini delip geçen bakışlarının ardındaki çocuksu tutkunun esiri olmuştum. Beni asıl korkutan, bu sırrı benim bildiğimi anlamasıydı. Beni çok sevdiğini bildiğim halde, kuşkucu kişiliğinin bazı en yakın dostlarına karşı bile ne kadar acımasız ve zalim olduğunu hatırlıyor, sessiz kalıyordum. Üstelik ölüm korkusundan çok, çalışmaların sonuçları ilgilendiriyordu. Söylediğim gibi, bu artık vazgeçemeyeceğim bir tutkuydu.”
Timon’un konuşmasını birbiri ardı sıra gelen öksürük nöbetleri engelliyordu. Uzun süre boğuk hırıltılar çıkararak, güçsüz ciğerlerini yırtarcasına öksürdü. Bir süre sonra kendini biraz daha rahat hissettiğinde konuşmasına devam etti,
“Önceleri onun ölümsüzlüğü hak edebilmesi için, Herakles gibi tanrılılar tarafından sınandığını düşünürdüm. Fakat sonraları onun tanrılara başkaldıran bir isyankar olduğunu anladım. Apollon günahlarımı bağışlasın. Roma’yı Pontus kralının siyasi ve askeri alandaki başarıları çok tedirgin ediyordu. İyonya ve Frigya’daki Pontus egemenliğine son verebilmek için, Roma’nın en ünlü komutanları donanmalarıyla İyonya kıyılarını işgal ediyorlar, kara birlikleriyle de ülkenin iç bölgelerine sokuluyorlardı. Miletopolis yakınlarında Romalıların Pontus ordusunu yenmesi, Pegamon’u krallık için tehlikeli bir başkent haline getirmişti. Kral tehlikeyi önceden sezdi ve ani bir kararla Pergamon’u bir günde boşaltıp Pitane’ye çekildi. Bu kralı son görüşümdü.
Kral, ayrıldıktan hemen sonra kent Roma egemenliğine geçmişti. Romalılar kütüphane ile çok ilgileniyorlardı. Komutan Lucullus kütüphanenin önemli bir bölümünü ganimet olarak Roma’ya götürdü. Daha sonra Pompeius ise Pontus kralına ait ne varsa kütüphaneden alınıp Roma’ya götürülmesini istedi. Üstelik krala ait tıp eserlerinin bulunduğu rulo kabını da ele geçirdi ve onun bütün eserlerini Latinceye çevirtti. Oysa, herkesten sakladığı en önemli formüllerinin ve reçetelerinin bulunduğu ruloyu kral yanında götürmüştü… Sinoria kalesi…. Kralın özel rulo kutusu, bir kopyası da…” Timon yine hıçkırıklara boğulmuştu. Bu kez kendini toparlayamadı ve uzun süre öksürdü. Birkaç kez başını kaldırıp yüzüme baktı, bir şeyler söylemek istedi ancak tekrar öksürmeye devam etti. Sonunda halsiz ve bitkin bir şekilde derin bir uykuya daldı.
Zihnimde sürekli Timon’un son sözlerini tekrar ediyordum. “Kralın özel rulo kutusu…, kralın özel ruloları… Sinoria kalesi…. ” Yıldızlara baktım, geç olmuştu. Liman bile gece sessizliğine sığınmıştı. Odama çekildim. Timon’un son sözleri içimi kemiriyordu. Geç vakitlere kadar uyuyamadım.
Ertesi gün yatağımdan kalkar kalkmaz Timon’un başucuna gittim; hala uyuyordu. Yavaşça omzuna dokundum; ona Pontus kralının eserlerinin kopyalarının ne olduğunu soracaktım. Gün ışığında Timon’un yüzü karanlık ve solgundu. Alın derisi eskisinden daha da buruşmuş, göz kapakları iyice çukura gömülmüştü. Kulaklarına dokundum buz gibiydi. Sadece dudaklarında tatlı, yarım bir gülümseme vardı: O sabah ikinci hayatımdaki en sevdiği dostumu sırları ile birlikte kaybetmiştim. Göz yaşlarım kutsal Ksantos’un suları gibi akıyor, sessiz hıçkırıklarımda boğuluyordum.