İskenderiye’de İlk Gün
Gemi Faros adasının doğusundan limana doğru süzülürken, gözlerim güçlü ışıklarıyla çevreyi aydınlatan fenerin arkasında, henüz geceye teslim olmamış büyülü kentin tapınaklarını seçebiliyordu. Karanlığın içinde ışıldayan bir hilali andıran doğunun en büyük limanı sayısız gemi kümelerini barındırıyordu. Gecenin örtemediği kent sokaklarında ise, satıcıların sesleri ve denizcilerle konuşan kadınların kesilmeyen kahkahaları geceyi yırtarcasına uzaklardan yankılanıyordu. Tapınakların ve sarayların meşaleleri ışık tanrısı Helios’a başkaldıran limana ayrı bir güzellik katıyordu. Akdeniz’in dört bir yanından gelen ticaret gemileri, küçük yelkenliler ve birçok küçük gezinti gemisi bu kentte yaşamın sadece karada değil, denizde de devam ettiğinin tartışılmaz kanıtlarıydı.
Kıyıya yaklaştıkça, baharat ve katran kokuları kızarmış balık kokularına karışıyordu. Gemiden indiğimize, bizi çevreleyen esmer tenli genç adamlar, anlamakta güçlük çektiğimiz Helene bir aksanla limana açılan büyük caddeleri işaret ederek kentte konaklayabileceğimiz pansiyonları tarif etmeye çalışıyorlardı. Karşılaştığımız ilk Mısırlı ile, kent merkezini limana bağlayan ana caddelerden birine doğru yöneldik. İki katlı bir evin önüne geldiğimizde, Mısırlı kapıya ısrarlı yumruklarıyla vurmaya başladı. Genç bir kadın kapıyı açtı ve uykulu gözlerle esneyerek bizi avluya aldı. Timon pazarlık yapmak istemeyen kadına kızarak, cebinde son kalan paranın yarısını verdikten sonra, üst kattaki odalardan birine yerleştik.
Sabahleyin pansiyoncu kadının tarifiyle, sadece köpeklerin gezindiği sessiz sokaklardan geniş bir caddeye geçerek, Kraliyet Sarayı’nın yakınında, büyük bir bahçenin içinde yeralanMoseion’un giriş kapısına yaklaştık. Timon kapıda nöbet tutan iri cüsseli nöbetçiye, Korikos’taki Romalı komutanın ona verdiği küçük parşömen parçasını göstererek kendini tanıttı. Nöbetçi kısa bir süre kararsız kaldıktan sonra, içeriden başka bir görevliyi çağırarak, Timon’dan aldığı parşömeni ona verdi. Büyük kapı tekrar kapandı. Güneş yükselirken, caddedeki kalabalık giderek artıyor ancak bekleyişimiz hala devam ediyordu. Sonunda öğleye doğru dev kapı gıcırdayarak ikinci kez açıldı, nöbetçi göz işareti ile içeri girmemize izin verdi.
İçeride, beklemediğimiz kadar alımlı, şahane bir bahçe ile karşı karşıya idik. Bize refakat etmek üzere kapıya kadar gelen başka bir nöbetçi ile kenarlarını pembe ve kırmızı güllerin süslediği geniş, upuzun bir yoldan ilerledik. Bir süre sonra, yolun her iki yanındaki güller, yerlerini birbiri ardı sıra uzanan dev ağaçlara bırakmıştı. Bin bir çeşit çiçeklerin süslediği botanik bahçesinin önünden geçtikten sonra, beyaz mermerlerden yapılmış yüksek sütunların taşıdığı bir binanın önüne geldik. Bu binanın hemen arkasında, kraliyet sarayı bütün ihtişamı ile yükseliyordu. Merdivenleri çıkarak, önünde iki esmer nöbetçinin beklediği büyük kapıdan içeri girdiğimizde, gün ışığının çok iyi aydınlattığı kocaman bir salondaydık. Bir süre bekledikten sonra başka bir odaya alındık.
Odanın ortasındaki bir iskemlede oturan yaşlı bir adam, geniş alnının altındaki birbirine yakın küçük gözlerini kısarak kısa bir süre bizi inceledi. Sonra ayağa kalkarak yaklaştı. Yüzündeki sert ifade her adımında biraz daha yumuşuyordu. Durdu, Timon’un gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı:
“Biz sizi bir yıl önce bekliyorduk, nihayet gelebildiniz. Benim adım Setir. Bu kütüphanenin yöneticilerinden biriyim.” dedi. Elinde tuttuğu, üzerinde Romalı komutanın mührünün bulunduğu parşömen parçasını gösterirken, “Başınıza gelenlere çok üzüldüm” diyerek sözlerine devam etti, “Size çok ihtiyacımız vardı. Bildiğiniz gibi dört yıl önceki, iç savaş sonrası çıkan yangınlarda, Moseion’daki binalarımızın büyük bölümü hasar görmüştü. Depolardaki bir çok önemli eser yok oldu. Üstelik tecrübeli kütüphane uzmanları ve çevirmenlerimizden bazılarını da savaşta kaybettik. Pergamon Kütüphanesi’ni yıllardır takip ederiz ve sizin bu konuda ne ölçüde uzman bir kişi olduğunuzu buradaki İyonyalı filozoflardan biliriz. Biz bu kütüphanenin bir düzene kavuşması ve Kallimakhos’un hazırladığı 120 rulodan oluşan eserlerin kataloğu Pinakes’e bağlı kalarak, papirüs rulolarının yeniden düzenlenmesi için aylardır sıkı bir tempo ile çalışıyoruz. Bu arada kayıp ve yeni eserlerin kopyalanması için uğraşlarımız da devam ediyor. Ancak sizin yardımınıza bir yıl önce olduğu gibi, hiç kuşkusuz bu gün de gereksinim duyuyoruz. Genç yardımcınızı beraberinizde getirmeniz bizi memnun etti.” Bu son sözleri söyledikten sonra yüzünü bana çeviren yaşlı adam, küçük gözleriyle beni baştan aşağı inceledi. Heyecana kapılmış, kıpkırmızı olmuştum. Ellerimi ovuşturarak, hiçbir şey söylemeden bana yardımcı olmasını istercesine Timon’un yüzüne baktım.
Timon gülümseyerek söze başladı: “Buradaki çalışmalarımda, umarım İkarus bana çok yardımcı olacak. Sizin de bahsettiğiz gibi Pergamon’daki kütüphane, buradaki kadar büyük olmasa da dünyanın en büyük ikinci kütüphanesidir. Hiç tahmin edemeyeceğiniz bir çok eserin orijinal kopyaları orada mevcuttur. Böyle bir görev için İskenderiye’ye gönderilmem ayrıca beni gururlandırmıştır. Yaşamımın en güzel ve en zor yıllarını geçirdiğim Pergamon’dan ayrılmak çok kolay olmadı ama, bütün zorluklara karşın ülkenize gelebildim. Seyahatlerim ve tutsaklık dönemim boyunca İskenderiye’ye ulaşabilme umudumu hiç yitirmedim, mesleğime tutkuyla bağlılığım beni buralara kadar sürükledi. Umarım savaşta çıkan yangın sonrası kurtarılan eserler fazla zarar görmemiştir. Diğer bir konu da, Aristoteles kütüphanesindeki eserleridir. Büyük bir bölümü Neleus tarafından kralınıza satılmıştı. Bu eserleri şimdi bir araya getirmek pek mümkün olmasa da en azından Pergamon’dakilerle buradakileri birlikte değerlendirme olasılığı bulacağım.”
Setir, Timon’un bu son sözleri üzerine yüzünü buruşturarak: “Bu bahsettiğiniz eserlerin bir bölümü yangından kurtuldu, ancak Neleus’un kralımıza sattığı eserlerle ilgili fazla ümitlenmeyiniz. Büyük bir olasılıkla görmek istediğiniz birçok eser onların arasında mevcut değil. Neleus’un göndermesini beklediğimiz eserlerin bir çoğu İskenderiye’e ulaşmadı. Ne yazık ki, Neleus sandığımız kadar dürüst biri değildi.” dedi ve bana bakarak bir süre sessiz kaldıktan sonra konuşmasına devam etti; “Ancak biz daha sonra bu eserlerin bir çoğunu kopyalama imkanı bulabildik. Bu konuda Pergamon’dakinden çok daha fazlasını bulacağınızdan eminim. Sizin özellikle kütüphane yöneticiniz Athenodoros sonrası Pergamon da yaptıklarınız taktire şayandır. Onun kütüphaneye verdiği zarar ve sansür sizin sayenizde giderildi. Geçmişte kütüphanelerimiz arasındaki rekabetin hem faydası oldu hem de biliyoruz ki, zararları oldu. Yıllar önce Aristofan gibi bir çok bilgin ve sanatçı İskenderiye’den Bergama’ya gidip kütüphanenizde çalışmışlardı. Size de buraya gelerek, bizlere hizmet etme lütfunda bulunduğunuz için müteşekkiriz. İki kütüphane arasında yıllar boyu devam eden çekişmeleri bir yana bırakmanın sanırım zamanı geldi. Şimdi dilerseniz sizlere Moseion’u gezdirmek ve biraz daha detaylı bilgi vermek isterim.” dedi ve önden yürüyerek bize yol gösterdi.
Setir’inPergamon kütüphanesi hakkında bu kadar bilgili olması Timon’uşaşırtmıştı. Timon’dan sonraları öğrendiğime göre Pergamon’da da, Moseion hakkında birçok şey bilinirmiş ama bu derece detaylı konular asla bilinemezmiş.
Dışarı çıktık, Setir bizi çok güzel bir gezinti yolundan yürüterek, üç tarafını sütunların taşıdığı açık bir salona getirdi; bir çok filozof ve öğrencinin gruplar halinde sohbet ettikleri bu salonun adının eksedra olduğunu öğrendik. Bahçede iki yaşlı adamın Pergamon ve İskenderiye kütüphaneleri üzerine sürdürdükleri konuşmalarını devam dinlerken, bir başka salonun önüne geldiğimizi fark ettim. Burası üyelerin yemek yediği Oikos salonuydu. Moseion’daki uzun yürüyüşler sonrası hem yorgun düşmüş, hem de acıkmıştık. Büyük bir masaya oturduk, şaraplarını içerken, Setir bizi kütüphanedeki diğer yönetici ve uzmanlarla tanıştırdı. Moseion’da Mısırlıların yanı sıra bir çok İyonyalı, Atinalı ve Romalı bulunuyordu.
Setir, yemek sonrası Timon’a üzerinde çalışmasını istediği konuları detaylarıyla anlattı. Timon’u zorlu bir görev bekliyordu. Kütüphanenin alışılagelmiş eski düzenini koruyarak, yeni bazı düzenlemeler yapması gerekiyordu. Üstelik, Pergamon’da bulunup da, burada bulunmayan eserler ile ilgili de geniş kapsamlı bir çalışma yapacaktı. Her iki kütüphanenin düzeni birbirinden öylesine farklıydı ki, Timon’u belki de, hayatının en zor işi bekliyordu. Yeni görevini bütün zorluklarına karşın sevmişti ve üstesinden geleceğine inancı tamdı. Yaşlı adam, korsanların arasında geçirdiği onca zorlu aylar sonrası, Moseion’daki günlerinin Tanrı Zeus tarafından ona sunulan bir lütuf olduğuna inanıyordu. Setir, kalacağımız ev ve bir takım ihtiyaçlarının karşılanması için yanında çalışan diğer yöneticilere emir verdi. Moseion yakınında bir ev hazırlandı. O akşam her şeyin itina ile hazırlandığı yeni evimize girerken ikimizde mutluyduk.
Timon’la paylaştığım bu evde, yeni bir yaşama da başlıyordum. Gün boyunca dinlediğim konuşmalardan Timon’un Mısırlılar için ne kadar da önemli ve değerli bir insan olduğunu anlamıştım. Ondan çok şey öğreneceğimin, yeryüzüne ait bu güne kadar keşfedilmiş her şeyi içinde barındıran kütüphanenin ise, ulaşılması çok zor olan bir hazine olduğunun farkındaydım.