Mısır’a Yolculuk
Salamis’ten demir alan gemiler Suriye ve Kilikya kentlerine yelken açarlar. Roma’dan yola çıkan ticaret gemileri ise, bazen Salamis limanına uğradıktan sonra, İskenderiye yönüne devam ederler. Roma’ya dönen gemilerse, tahıl yüklü olduklarından bir an önce varmak için limanlarda uzun süreli konaklamazlar. Bu gemilerin asıl amacı, Mısır’dan yükledikleri tahılı Roma’ya taşımak olduğundan, dönüşte çoğu zaman fazla yüklü olmaz. Deniz yolculuğu yapmak isteyenler ise, bu yolculukları ancak bir ticaret gemisine binerek gerçekleştirebilirler. Ticaret gemileri giderken ve dönerken uğradıkları limanlarda çeşitli malları yükleyip, boşaltır. Mısır’a yük almaya gelen gemilerin yükleri daha az olduğundan, yol boyunca çeşitli kent limanlarına uğrarlar ve günlerce orada kaldıkları olur. Bu gemilerin limanlarda yük boşaltma süreleri bazen yedi sekiz günü bulabilir, bu süre boyunca da gemi ile seyahat edecek yolcular ne yazık ki beklemek zorunda kalır.
Hızla gelişen Roma’da hem nüfus, hem de tüketim gereksinimleri hızla artıyordu. Bu durum Mısır’a deniz seferlerini artırmıştı. Ayrıca Romalılar bu sorunu halledebilmek için büyük donanmalar bile oluşturmuşlardı. Gemiler Mısır’da üretilen tahıl miktarının yarısından fazlasını Roma’ya taşır. Yüklenen malların istiflenmesi de dikkat gerektiren bir iştir; zira mal ıslanır da tahıllar şişerse, geminin güvenliği tehlikeye düşeceğinden, öncelikle malların yüklendiği tahıl ambarları da su geçirmez olmalıdır. Gemideki tahıl ambarlarının belirli bir yükseklikte olması ve sintine sularını almamaları gerekir. Tahıllarda su alma sonrası şişme riskini azaltmak için elden gelen bütün önlemler alınır, şişen çuvallar ise bir an önce denize boşaltılacak şekilde istiflenir.
Salamis’te bir günlük konaklamamız sonrası, tahıl yüklemek üzere İskenderiye’ye gidecek olan büyük bir gemiye binecektik. Timon daha Salamis’e geldiğimizde gece, İskenderiye’ye gitmek üzere hazırlanan İsis adlı gemiyi bulabildiğimiz için mutluydu. Üstelik yaptığı sıkı pazarlık sonrası iyi bir fiyata yolculuk yapmak üzere anlaşmıştık. Ancak daha önce seyahat ettiği gemide başına gelenleri düşündükçe kaygıları artıyordu. Her ne kadar Efes’ten Kilikya’ya yaptığı yolculuktan çok daha tehlikesiz bir rota izlesek de, Akdeniz’in herhangi bir yerinde korsan gemileriyle karşılaşma riski her zaman vardı. Herşeye karşın, korsan baskınlarına son yıllarda nadiren rastlanması biraz olsun bizi rahatlatıyordu. Timon’u asıl korkutan, deniz kazaları ve açık denizde ortaya çıkabilecek fırtınalardı. Ancak mevsim koşulları ve binecekleri gemide fazla yük bulunmaması tehlike riskini azaltıyordu. Gemide mallarıyla birlikte seyahat eden tüccarlar vardı.
Güneşli ve rüzgarsız bir sabahtı. Güneye doğru yol alırken, henüz limanı yeni terk eden İsis’in güvertesinden oldukça gerilerde kalan Salamis’i seyrediyordum. İskenderiye’ye kadar sürecek olan yolculuğumuz, başladığından beri Timon gibi beni de kaygılandırıyordu. Benim kaygılarım yolculuk boyunca yaşayabileceğimz tehlikelerden çok, Mısır’da beni bekleyen yeni hayatımla ilgiliydi. Salamis’ten aldığımız peynir ve domatesle peksimetlerimizi yerken, ufkun ötesindeki Mısır ülkesini düşünüyordum. Timon’unPergamon’danİskenderiye’ye giderken yolda başına gelenlerden dolayı bir türlü tamamlayamadığı yolcuğu nihayet ertesi gün sona eriyordu. Efes’te geçirdiği uzun yıllar sonrası, Pontus kralının isteği üzerine geldiği Pergamon’da birçok konuda deneyim kazanmıştı. Bildiğim kadarıyla, papirüs ruloların ve Kodeks eserlerin tasnifi ve kategorilere göre ayrıştırılması konusunda, İyonya’nın en uzman yöneticileri eline su dökemezlerdi. Pontus kralının kenti terk etmesinden sonra, Romalılarla da, işindeki becerisinden dolayı iyi ilişkiler kurmuştu. Önceleri Romalılar, Pontus kralı ile çalıştığından dolayı ondan kuşku duysalar da, daha sonra onu tanıdıkça, yetenek ve tecrübelerinden oldukça yararlanmış ve görevine devam etmesinde bir sakınca görmemişlerdi. Kütüphane yöneticisi Athenodoros bazı eserlerin uygunsuz ve ahlak dışı bulduğu bölümlerini kesmeye ve eserlere zarar vermeye başladığında, bu duruma engel oluşunu ve de ona suçüstü baskın yaptırarak görevden uzaklaştırılmasını bana anlatırken keyifliydi. Küpeşteye yaslanarak aklımdan geçenleri dalgaların üzerinde yüzdürdüm. Sonra suskunluğumu bozarak, İskenderiye’deki kütüphane ile ilgili sorular sordum. Timon denize bakarak konuşmaya devam etti,
“İskenderiye’deki Moseion Kütüphanesi, Pergamon Kütüphanesi’ne göre daha büyüktür. Bence, Büyük İskender’in seferlerinin uygarlık tarihine en önemli katkısı, böyle bir kütüphanenin kurulmuş olmasıdır. Moseion’un bahçesinde kütüphanenin yanısıra botanik ve hayvanat bahçeleri de vardır. Bir kaç yıl öncesine kadar orada dörtyüzbin rulonun üzerinde eser bulunuyordu. Bu kütüphaneye dünyanın dört bir yanından, Hindistan’dan, Çin’den, Küçük Asya ve Roma’dan orijinal eserler getiriliyor ve ustalıkla yeni papirüslere kopyaları çıkartılıyordu. Kütüphanede Pergamon’a göre çok daha fazla sayıda görevli çalışıyordu. Mısırlılar, Troas’ta yaşayan Aristoteles’in varisi Neletos’un meşhur kütüphanesini bile İskenderiye’ye getirmeyi başarmışlardı. Bizim Pergamon krallarının bu eserleri alabilmek için sarf ettikleri bütün çabalar boşa gitmişti. Gerçekte, iki kütüphane arasında aleni rekabet, bir tarihte Bergama Krallığı’na Mısırlıların papirüs ihracatını yasaklamalarına bile neden olmuştu. Ancak birkaç yıl önce isyan eden Mısırlılarla, Romalılar arasında İskenderiye’de çıkan büyük bir savaş sonrasında, Sezar’ın umursamaz yaklaşımı nedeniyle koca kütüphane alevler içinde kaldı. Yanan binlerce rulo eser arasında Mısır uygarlığının yanı sıra, bir çok Roma, İyonya ve Yunan eseri yok oldu. Sezar bu olayı ciddiye almadı, ancak kraliçenin ısrarlarıyla yıkılan kütüphane yeniden onarıldı. Roma’dan ve İyonya’dan kütüphaneyi tekrar eski konumuna kazandırmak için tecrübeli kişiler Mısır’a gönderildi. İşte, ben de bu amaçla görevli olarak İskenderiye’ye gidecektim. Ancak, yolda korsanlar tarafından uğradığımız saldırı ve tutsak edilmem bu yolculuğu geciktirdi. Tanrıların yardımıyla yarın gün batışında İskenderiye de olacağız. Senin de benimle beraber çalışacağın bu muhteşem kütüphanede bizi zorlu işler bekliyor.”
Timon’un son sözleri biraz olsun beni rahatlattı. Çocukken özlemini duyduğum uzak ülkeleri öğrenecek, dünyanın dört bir yanından getirilen eserleri okuma fırsatı bulacaktım. Üstelik beraberimde Timon gibi çok bilgili ve deneyimli bir dostum vardı. İskenderiye Kütüphanesi’ndeki küllü rafların arasında neler bulacaktım kim bilir? Kimlerin dünyasına gidecek, kimlerle tanışacaktım? İskenderiye’de zaten dünyanın çeşitli yerlerinden gelen bir çok yabancı yaşıyordu. Tanrılar beni hiç ummadığım bir ülkeye sürüklüyordu. Artık geminin açık denizde değil, farklı bir dünyaya açılan gizemli bir tünele girdiğini hissediyor, tünelin çıkışında göreceklerimi ve yaşayacaklarımı sabırsızlıkla bekliyordum.
Ertesi gün öğleye doğru epeyce acıkmıştık. Kalan somunlarımızdan birer parça daha yiyerek açlığımızı yatıştırdık. Yanımıza aldığımız yiyecek ve içeceklerin mümkün olduğu kadar azını tüketmeye gayret ediyorduk. Zira herhangi bir aksilik çıkması durumunda, onlara çok gereksinim duyacaktık. Timon bir keresinde Pergamon’dan Efes’e dönerken durgun havada uzun bir süre denizin ortasında kalmış, denizcilerden oldukça pahalı bir fiyata su ve yiyecek almak zorunda kaldığını söylemişti.
Gözlerini geminin gittiği yöne, güneye diktim ve sonsuz denizin ötesindekileri görebilmek için günbatımına kadar usanmadan ufku seyrettim.
Akşamın alaca karanlığında uzaklarda ansızın bir yıldız beliriverdi. Bu yıldızdan uzun süre gözlerimi ayırmadım. Arsızca büyüyen bu ışığın yüce Apollon’un ışığı olduğunu ve bana sadece bana göründüğünü düşündüm. Gemi yol aldıkça ışık büyüyor, daha da belirginleşiyordu. Kısa bir süre sonra Timon’un da bu yıldıza dikkatle baktığını gördüm. Ay ışığını saklayan bulutlar gökyüzünden bu ışığa doğru hızla akıyor, ama bu yıldız bulutların arasında kaybolmadan, ışıltısını çoğaltarak onları takip ediyordu. Yaklaştıkça yıldız daha da belirginleşiyor, denizin üzerinde geniş bir alanı aydınlatıyordu. Sonraları yıldızın etrafında başka ışıltılar belirdi ve yolculardan biri bize bakarak, merakımızı gidermek istercesine yüksek sesle, “İskenderiye göründü!” diye bağırdı.
Timon yıldız zannettiğimiz dev yapının tepesindeki heykele bakarken, “Ulu Zeus!” diye fısıldadı. İskenderiye Feneri’nin üzerindeki Zeus Soter ışıltılarıyla kentin yeni konuklarına yol gösteriyordu.