ksantos5

Ksantos Direnişi

Gökyüzünde bir kuyruklu yıldız gibi fırlayan işaret okunun ateşi görüldüğünde sessizlik Romalı askerlerin korkunç uğultuları ile bozulmuştu. Okçular yerdeki ateşten alevlendirdikleri oklarıyla Ksanthos surlarını dövmeye başlamışlardı. Ok yağmurları sonrası, birbiri ardı sıra mancınık topları ateşlenmiş,  bulutların perdelediği  gökyüzü yüzlerce alevin parlattığı bir ışık seline dönüşmüştü. Ateş toplarından bazıları surları aşarak kentteki evlerin üzerine düşüyor, kentte korkunç bir panik yaşanıyordu.

Okçu saldırıları ve ateş toplarının ardından, mızraklı askerler düzenli bir şekilde kalkanlarıyla kendilerini koruyarak surlara yaklaştıklarını gördüm. Atlı birlikler kent surlarının önünde, mızraklı askerleri yönlendiriyorlardı.

Kentteki sabırlı bekleyişimiz, Romalı askerlerin yaklaşan gürültüleri ile telaşa dönüşse de, kısa  sürede toparlanan Ksanthoslu savaşçıları Romalılara yanıt vermekte gecikmediler. Surların önüne kadar gelen askerler, okçularımızın amansız gerilen ve boşalan yaylarına karşın kent kapılarını zorluyordu. Fakat surlardan gelen oklar bir türlü dinmiyor, Brutus’un ordusu büyük kayıplar vererek savaşa devam ediyordu. Gökyüzünden üzerilerine ok yağmuru yağarken, şimdiye kadar karşılaşmadıkları bu direniş karşısında askerler için kaleye çıkmak olası değildi.

Öğleye doğru bulutlar dağılmış, güneş çıplak ve kızgın yüzünü göstermişti. Gökyüzünde süzülen ince bulutları kaygılı gözlerimle takip ederken, bu denli kararlı bir direniş göstermemiz beni umutlandırmıştı. Üstelik bu şekilde devam ederse Roma ordusunun büyük bir kısmı telef olacaktı.

Aslında savaş, her iki taraf içinde zorlu geçiyordu. Surların yıkılmaya başlamasından dolayı oldukça tedirgindim. Ama kent halkı kararlıydı; her şeye rağmen ölümüne savaşacaklardı.

Öğleden sonra Güneş Tanrının yakıcı ışınları altında kentin amansız direnişi devam ediyordu. Çaresizlikten bunalan Romalı komutanın eski bir Roma savaş oyununu planladığını o zamanki aklımla tahmin etmem imkansızdı. Surların önünde kapıları zorlayan askerlerinin geri çekilmelerini istemişti. Askerler emre uyup, kısa bir süre sonra geri çekilmeye başlamışlar. Surlardaki keskin nişancıların okları geri çekilen Romalı askerlerin üzerinde vızıldıyordu. Biz, bu geri çekilme durumuna önce anlam veremedik, bir süre sonra, savaşı kazandığımızı düşünüp coşkuya kapıldık; Ksanthos sokaklarında zafer kutlamaları başlamıştı.

Akşamüzeri kentte bir sessiz bekleyiş başlamıştı. Komutan Glaukos yaşlılardan oluşan meclisi toplayıp, onlara ertesi gün Romalıların daha güçlü bir şekilde tekrar saldıracaklarını ve kenti düşürebileceklerini anlatmaya çalıştı. Romalılar kolay kolayKsanthos’dan vazgeçmezlerdi. Ona göre, gece mutlaka bir  baskın ile surları yıkan o koca silah tahrip edilmeliydi. Yaşlı Likyalılar önceleri Glaukos’a itiraz etseler de, sonradan tek çıkar yolun bu olduğuna ikna oldular. Gece yarısı Ksanthos’un en seçkin atlıları bu işi bitireceklerdi.

Gece karanlığında siyah savaş giysili Ksanthos atlıları ağır ve sessiz adımlarla ormanın içinde yol aldıklarını surlardan seçebiliyordum. Ağaçlardan süzülen ay ışığında bir görünüp bir kaybolan savaşçıları yırtıcı kuşlarının gece uykularını bölüyor, uyanan kuşların çığlıkları sessizliği bozuyordu. Irmak kıyısına indiklerinde sessizlik ansızın Brutus’un askerlerinin saldırısı ile bozmuştu. Kentin en iyi savaşçıları bütün gece sabırsızlıkla bekleyen Romalıların amansız okları karşısında çaresizdiler. Kayıp büyüktü ve kalanlar için yapılacak tek şey kente geri çekilmekti. Roma saldırısından kurtulan Ksanthoslu atlılar dörtnala geri döndüklerinde onları başka bir sürpriz bekliyordu: Bu kez kentin kapıları kapalıydı.

Kapıları açtırmayan Glaukos kenti kurtarmak uğruna en değerli askerlerini feda etmişti. Bu çok zor bir karardı onun için. Askerleri almak için kapıları açtırsaydı, yakın takipteki  Romalıların da içeri girmelerine engel olamayacaktı; bunu göze alamadı. Surların önünde çaresiz kalan savaşçıları ay ışığında izlerken yanaklarımdan yaşlar süzülüyordu. Aralarında çok yakın akrabalarım ve arkadaşlarımın da olduğu savaşçılar durumu anlayıp sırtlarını kente, yüzlerini Romalılara döndüler ve son kez saldırıya geçtiler. Teslim olmamak için yapabilecekleri başka hiçbir şey yoktu; son kez savaşarak ölümü seçmişlerdi. Romalıların saldırısı ise aynı zamanda kente de yönelmişti. Surlarda Ksanthos’un gece savaşçılarını izleyen halk paniğe kapılmıştı. Gözlerimin önünde kentin en renkli simaları birer birer devriliyorlardı. Glaukos, bütün bu olanlardan sonra artık kimseye sözünü geçiremiyor, topluca surlara çıkan halk ellerine geçirdikleri her şeyi surlardan aşağıya Romalılara fırlatıyordu. Diğer yandan bu ağır yenilgiyi kabullenemeyenler evleri boşaltıyor, her şeyi yakıyorlardı. Alevler bütün sokakları sarmıştı. Aşağı mahallelerde başlayan yangın bütün kente yayılıyordu. Gecenin karanlığı kıpkırmızı bir aydınlığa dönüşmüş, esintinin etkisiyle yangın sur dışına da taşmıştı.

Bu beklenmedik tepki karşısında şaşkına dönen Romalı komutanlar uzaktan çaresiz alev alev yanan kenti seyrediyordu. Ksanthos’un en uzun gecesinin ardından gün çok geç ağarmıştı.

Güneş doğarken yangın hala devam ediyordu. Komutan Glaukos, bütün güçlüklere aldırmadan Sarpedon Tapınağı’nın önünde halkı topladı ve onlara seslendi;

“Ksanthos halkı! Henüz yenilmedik. Biz Ksanthoslular Kutsal Tanrıçamızın emanetini doğudan gelen barbarlara teslim etmedik, batıdan gelenlere de etmeyeceğiz. Irmak Tanrının kıyısındaki geniş topraklarda bağlar bozduk, buğday yetiştirdik. Şarabın en iyisini içtik, koyun etinin en güzelini yedik. Biz Likya’nın kalbi Arna’da tutsak olmayacağız. Irmak Tanrı Ksanthos, yine gelecek bahar da coşkun suları ile vadiye hayat verecek. Biz Termil ülkesinin mirasçıları kendi ülkemizde özgür yaşamadıkça bu utançtan hiçbir zaman kurtulamayacağız. Bu kez bütün gençleri savaşa değil ölmeye davet ediyorum. Ksanthoslular zırhlarınızı giyin kılıçlarınızı kuşanın. Bu kez kapılar kapanmayacak. Eğer yenilirsek, Romalılar ve onlara katılan soysuzlar cesetlerimizi çiğneyerek Ksanthos’a girsinler. Onlara ölü bir kent bırakalım.”

Kentin kapıları bu kez gacırdayarak açıldı. Likyalı atlılar başlarında Glaukos ile surların dışına çıktılar. Hendekte siperlenen Romalılar, atlılar yaklaştıkça oklarıyla onlara saldırdılar. Romalı okçular atlı birliklerin desteği ile çok kısa sürede bu saldırıyı püskürttüler. BrutusKsanthosluları her yönden kuşatma altına almıştı. Romalılar da çok kayıp veriyorlardı ama yine de hem askeri yönden, hem de savaş donanımı açısından çok daha güçlüydüler. Kent surları önünde devam eden kanlı çatışma tam bir karmaşaya dönüşmüştü.

Surlarda  arkadaşlarımla birlikte bütün gücümle Romalılara saldırıyor, bir yandan kılıcımı önüme gelen askerlere savururken, diğer yandan kaleye dayanan merdivenlerden tırmanmaya çalışan askerlerin üzerine koca kayaları yuvarlamaya çalışıyordum. Tahta merdivenleri arkadaşlarımla birlikte geriye doğru iterek Romalıların surlara çıkmasına engel oluyordum.

Komutan Glaukos savaş alanında fırtına gibi esiyordu. Ne zaman surlardan aşağıya baksam gözlerim onu kolayca yakalıyor, ışıldayan kılıcının Romalıların üzerine bir inip, bir kalktığını görüyordum. Likyalıları Glaukos’un bu hiç dinmeyen olağanüstü  coşkusu yüreklendiriyordu. Romalılar büyük kayıplar vermeye başlamışlar, savaş alanında Likyalıların ağırlığı her geçen zaman artıyordu.

Glaukos’a tekrar baktığımda onun atından yere düştüğünü gördüm. Beyaz at kanlar içinde karnına saplanmış bir mızrakla koşuyor, savaş alanında kişneyerek, Glaukos’un çevresinde turluyordu. Glaukos tek başına Romalı süvarilerin arasında kalmıştı. Askerler kalkanlarıyla emin adımlarla yaklaşarak Likyalı komutanı bir çember içine almışlardı. O an, Glaukos’un yazgısının Tanrısal Sarpedon’la aynı olduğunu anladım. Tanrılar onun da kötü yazgısını çizmişlerdi. Başımı gökyüzüne kaldırdığım Apollon’a yakardım. “Likya’nın kahraman komutanını kurtar, onu Roma atlarının nalları altında ezdirme. Ksanthos’u Roma’nın acımasız tanrılarının gazabından koru.”

Romalılar her şeye karşın ona yaklaşamıyor, çevresi tamamen kuşatılan Likyalı komutan önüne geleni yere indiriyordu. Glaukos elinde kılıcıyla uzun süre direndi. Ancak sırtına saplanan hain bir mızrak onu durdurmaya yetmişti. Dizlerinin üstüne çöktü, başını Ksanthos’a çevirdi ve kente son bir kez bakarak yere kapaklandı.

O sırada, önceki gün gördüğüm yükseklerden süzülen geniş kanatlı şahin, buğulu gözlerime rüzgarını savurarak tekrar hızla gökyüzüne döndü. Düşman durmak bilmiyor, geceden beri devam eden alevlerden ne olup bittiği anlaşılamıyordu. Öğleye doğru Romalılar açılan bir kapıdan içeri girmeyi başarmışlar, dalga dalga kente akıyorlardı.

Bir Önceki Yazı

Bir Sonraki Yazı