dsc_0913-atec59f

Olympos’ta Bir Ayin

Gemimiz dağların yamaçlarındaki Olympos halkının yaşadığı Korikos kentine epeyce yaklaşmıştı. Otuz yıl önce Olympos Dağı’ın yamaçlarında yaşayan halk, Romalıların saldırısı sonrası kenti terk etmiş, sahildeki bu yeni kenti kurmuştu. Bir zamanlar, bu suların ve sahil kentlerinin efendisi olan korsanlar artık bu sahillerde oldukça dikkatli davranmak zorundaydılar. Romalılar, Olympos’u ele geçirirken, yakın bir geçmişte büyük donanmalardan oluşan korsan gemilerinin çoğunu batırmışlardı. Son yıllarda bu kıyılarında bir korsan gemisini görebilmek, ender rastlanan bir durumdu. Zenon bölgedeki bir çok koyu ayrıntılarıyla tanıdığı her halinden belli oluyordu.

Issız bir koya yaklaştık. Bütün günü kıyıda arsız dallarıyla denize uzanmış büyük bir incir ağacının gölgesinde geceyi bekleyerek geçirdik. Uzaklarda bir tepenin üzerinde bir ateş yanıyordu. Forsalar alaca karanlıkta tepedeki alevlerin dansını seyrederken sahile bir an önce çıkmak için sabırsızlanıyorlardı. Bu sıra dışı bekleyişe  korsanların dışında hiç birimiz anlam veremiyorduk.

Likya’nın korkunç canavarı Kimaira’nın buralarda bir yerde yaşadığını duymuştum. Likya kahramanı Bellerofon, uçan atı Pegasus’la bu canavara saldırmış, kurşun uçlu oklarıyla onu öldürmüştü.

Gemideki konuşmalardan, korsanların efsanevi kahramanı Zeniketes’in Olympos’un yüksek hisarında yıllarca ailesi ile birlikte yaşadığını öğrenmiştim. Romalıların hisarı kuşatmasıyla çaresiz kalan korsanbaşı, Ksanthoslular gibi düşmana teslim olmaktansa, evini ve ailesini ateşe vererek, ölümü tercih etmişti.

Gece yarısına doğru Zenon’un emri ile, sakin denizde batıya doğru kürek çektik. Gecenin sessizliğinde kürekler denizi döverken, su sesleri karşı kıyılardan yankılanıyordu. Bir süre sonra, yeni bir koya geldiğimizde sessizce kıyıya yaklaştık. Korsanlar benim de aralarında bulunduğum birkaç köleyi yanlarına aldılar ve birlikte karaya çıktık. Zenon’un gece rehberi Kallias’ta bizimle birlikteydi. Ay ışığı, bu adamların  bütün sırlarını yüzlerine vurmak istercesine etrafı aydınlatıyordu. Birlikte dar ve uzun bir yoldan yürüdükten sonra, kıyıda gördükleri ateşin parladığı tepeye tırmanmaya başladık. Korsanlar tek sıra halinde kıvrımlı patika yokuşta ilerlerken, bastıkları yerlerden yükselen dal çıtırtıları gece uykusundaki orman hayvanlarını ürkütüyordu.

Tepeye vardığımızda kayalardan fışkıran ateşin ışığı ile aydınlandık. Ay ışığında alev alev yanan ateş korsanların gözlerinde parıldadıkça, onların bu dünyadan kopup, farklı bir mekanın çekim alanına girdiklerini hissediyordum. Kölelerin ateşe fazla yaklaşmasına izin vermediler. Sadece Kallias ve birkaç köleyi yanlarına alarak birlikte ateşin etrafında bir çember oluşturup ilginç ayinlerine başladılar. Ateş korsanların dehşet saçan gözlerini eritmiş, başka kişiliklere bürünmüşlerdi. Zenon bir tapınak rahibi görünümündeydi. Fısıltılarla başlayan ayinde gitgide sesler yükseliyor, anlaşılmaz bir doğu dilinde söylenen ilahiler karşı tepelerden yankılanıyordu. Zenon uzun kollarını göğe doğru kaldırarak, şimdiye kadar duymadığım, boğuk bir sesle tanrılara ateşi sunuyordu. Biraz önce tepeyi çıkarken sessiz olmaya özen gösteren korsanlar kendilerinden geçmiş, yüksek sesle ilahiler söylüyorlardı. Daha sonra gökyüzündeki yıldızları izlediler, takım yıldızlarını birbirlerine göstererek gökyüzünde bir keşif gezintisi yaptılar. Ateşin başında aralıksız devam eden tören oldukça uzun sürmüştü.

İlk olarak Zenon ayağa kalktı, sonra da diğerleri. Zenon patika yoldan aşağıya doğru inmemiz için emir verdi. Hep birlikte geldiğimiz yoldan sessizce kıyıya indik ve yüzerek gemiye çıktık. Gemi bu kez geldiğimiz yolun tersine doğuya döndü ve geceyi beklediğimiz koydaki ağaca doğru kürek çektiler. Koya geldiğimizde demir atıp, gemiden inerek geceyi sessizliğin hakim olduğu bu gizemli kıyılarda geçirdik.

Korsanların sahile dönüşü ile Kallias, diğer kürekçilerin yanına geldiğinde gece olanlarla ilgili  suskun kalmayı tercih etmişti. Sırt üstü yere yatmış, ellerini başımın altında kavuşturmuştum. Gökyüzü ışıl ışıl yıldız kaynıyordu. Uyku tutmuyor, merakımı yenemiyordum. Yanımda yatan Timon’a korsanların ayinleri ile ilgili sorular sordum. Timon, bu eski bir Kilikya ayininin korsanlar arasında çok yaygın olduğunu, korsanlar yeryüzü ile ilgili bütün olayların kutsal yıldızlar tarafından yönlendirildiğine inandıklarını söyledi. Onlara göre, dünyadaki her şeyin yazgısını yıldızlar belirleyecekti. Pontuslu Kallias ise korsanların ilgi duyduğu bu konularda oldukça bilgiliydi. Bu inancın kuralları gereği ayinler genellikle gizli ve yeraltı mağaralarında  yapıldığından pek az şey bilinirdi. Bu ayinlere aynı inanışı paylaşan kölelerin  gece korsanlarla birlikte katılmalarında hiçbir sakınca görülmemişti.

ayisigiTimon’un anlattıklarından fazlaca tatmin olmasam da, en azından gece olanların nedenini biraz olsun anlayabilmiştim. Kallias’a baktım. Bundan böyle o, benim için göründüğünden daha da gizemli biriydi. Gözlerimi karanlığın derinliğindeki ışıldayan tanrıların dünyasında gezdirdim. Yıldızlar yaşamı nasıl yönlendiriyordu? Ölümlülerin yazgısı gökyüzüne bakarak anlaşılabilir miydi? Karanlığın tanrıları Likyalı tanrılardan çok mu uzaktaydılar? Yine de, karanlığın içinden doğacak yeni günün tanrıları benimleydi. Ilık gecenin içinde, sahile vuran dalga seslerini dinlerken derin bir uykuya daldım.

 

 

Bir Önceki Yazı

Bir Sonraki Yazı