sketchguru-2

Kölelerin Dünyası

Ertesi gün güverteden inen genç korsanlardan biri, küpeşteye yaklaştı. Zincirlerimi  çözdü; omzumu elinin tersiyle itekleyerek alt kattaki kürekçilerin yanına inmem gerektiğini söyledi. Bu değişikliğe anlam veremeden, yerimden kalktım ve korsanla birlikte aşağıya indik. Yeni yerime oturduktan kısa bir süre sonra durumu anlamıştım: Önceki gün çıkan fırtınaya dayanamayıp ölen yaşlı bir köleden boşalan yere beni oturtmuşlardı. Zavallı köle ise denize atılmıştı.

Gözlerim lumbozlardan sızan ışığa alıştığında, çevresinde kürek çeken yaşlı forsaları ayrımsayabildim. Korsan güverteye çıkarken, kürek çeken yaşlı denizciler konuşmadan gözleriyle beni takip ediyorlardı. Korsan yukarıya çıkarken yanımda oturan beyaz sakallı ihtiyar gözlerime bakarak Helence; “Merhaba genç adam.” dedi. Konuşmadan başımı sallayarak adamın selamını aldım.

Günlerce kimseyle konuşmadan kürek çekiyor, zaman zaman Ksanthos’taki mutlu günlerime, eskiden gördüğüm bir düşü anımsarmışçasına dalıp gidiyordum. Alt katta kürekler kısa olduğu için daha da zorlanıyordum. Gökyüzünü ve denizi görmeden sadece dalgaların sesini dinliyor, sessizliğime karşın bana iyi davranan bu ihtiyar denizcilerle konuşmayarak adeta kendimi cezalandırıyordum. Kürekçiler kendi aralarında konuşurken onları dinlemiyor, lumbozdan sızan ışıktan gözlerimi ayırmayarak, kendi halimde başka bir dünyada geziniyordum.

Gün boyunca güneye doğru yol alıyor, akşam olunca Akdeniz’in kuytu koylarına demir atıp geceliyorduk. Ksanthos’ta olanları hatırlayınca, bir daha hiçbir zaman göremeyeceğim uzak ülkemin özlemi içimi sızlatıyordu.

Beşinci günün sonunda çevremde konuşulanlar, ilgimi çekmeye başlamıştı. Yanımda oturan beyaz sakallı Pontuslu, diğerleriyle konuşurken konuyu her fırsatta Pontus kralına getiriyor, bu kraldan övgü ile bahsediyordu. Arkada oturan esmer adam ise, gençliğinde Spartaküs adında bir köle lideri ile birlikteyken başından geçenleri anlatıyordu. Bu adamlardan Akdeniz’in yirmibeş yıl önceki ihtişamlı ayaklanmalarını öğrendim. Yaşlı kürekçi Roma’ya bütün İyon kentlerindeki  başkaldırışları, Kilikya’daki korsanların gücünü ve Roma’yı az kalsın tamamen ele geçirmek üzere olan kahraman köle lideri Spartaküs’ü anlatıyordu. Uzun,  kır saçlı bu adamın adı Cleon’du. Sicilyalı kürekçi yaşamının en coşku dolu ve umutlu yıllarını Spartaküs’un yanında geçirmiş, onunla birlikte sayısız maceralar yaşamıştı. Eski bir gladyatördü; Roma’da birçok gladyatörü alt etmiş, vahşi hayvanlarla boğuşmuştu. Yanaklarından aşağıya doğru derin bir bıçak yarası vardı. Anlattıklarına göre o, Spartaküs’la birlikte güçlü Roma ordusuna karşı ayaklanmayı başlatanlardandı. Öfkeli Vezüv dağının yamaçlarında Roma’ya karşı ilk başkaldıranların arasında yer almıştı. Direnişin en önemli kararları Vezüv’ün üzüm bağlarında alınmış, Spartaküs’un cesaret verdiği bütün köleler başkaldırarak büyük bir ordu oluşturmuşlardı. Güneylilerden oluşan kölelerin lideri olan Cleon, ayaklanmanın başından sonuna kadar Spartaküs’un yanında yer almış, üstelik önemli kararlar alınırken, vahşi Galyalı kölelerin saldırgan tutumlarını yatıştırma işi çoğunlukla ona düşmüş. Roma’ya karşı bir çok zafer kazanmalarına karşın, koşulların en uygun olduğu zamanda başkente girmemiş, geri çekilmişlerdi. Kölelerin amaçları Sicilya’ya ulaşmak ve oradan alacakları güçle Roma’ya başkaldırmakmış. Ancak, Sicilya kıyılarına bir türlü çıkamayan köleler ordusu kendi içlerindeki anlaşmazlıklar yüzünden Romalılara yenilmişler. Yenilginin ana nedeninin  doğudan gelecek olan Kilikyalı korsanlar ve Pontus kralı Mitridat’ın ordusu ile güçlerini birleştirememeleri olduğunu söyledi. Cleon, Crassus’un işkence ile öldürttüğü esir kölelerin arasından kaçıp, yaşamının geri kalan bölümünü sığınmak zorunda kaldığı korsan gemilerinde geçirmiş. Köle hayatının, Romalıların eline düşmekten daha iyi bir seçenek olduğunu söylüyordu. Başından geçen kötü deneyimlere ve çektiği acılara karşın, hiçbir zaman yılmamıştı; ona göre, günün birinde Romalıların tanrılarını bile alt edebilecek bir köleler ordusu kurulacak ve bu dünyayı zalimlerden temizleyeceklerdi.

Beyaz sakallı Kallias da, en çok ilgimi çeken kürekçilerden biriydi. Genellikle kürekçi sıralarında otururken gördüğüm bu adamın, ayağa kalktığında umduğundan çok daha uzun boylu ve yapılı biri olduğunu fark ettim. Cleon’un coşkulu ve hareketli yapısının aksine, Kallias daha sakin ve az konuşan bir adamdı. Ancak bazen kızarak Cleon’un konuşmasına karışıyor ve işte o zamanlarda günbatımına kadar tartıştıkları oluyordu. Kallias’ın aşağılayıcı sözlerine kızan Cleon, bazen kendinden geçip ve Latince küfürler savuruyor, genellikle bu tartışmalar güverteden inen korsanların müdahalesi ile son buluyordu. Oysa görünenin aksine, birbirlerinden pek hoşlanmasalar da, nefret de etmiyorlardı. Bazı zamanlar hiçbir şey olmamış gibi tekrar sohbete dalıp, birbirlerini alttan alıp, şakalaşırlardı.

sketchguru

Kallias sarkık yüzlü, yanaklarında kaba çizgileri olan nadiren gülümseyen bir adamdı. Gençlik yıllarından beri yazgısını Pontus kralı Mitridat ile birleştirmişti. Onun, Büyük İskender’den sonra yeryüzüne gelmiş en büyük kral olduğuna inanıyordu. Üstelik bazen,  onun Büyük İskender’den daha derin ve güçlü bir kişiliğe sahip olduğunu fakat yazgısının onun bir dünya imparatoru olmasını engellediğini savunuyordu. Hiçbir zaman Cleon’un Mitridat hakkında ileri geri konuşmasına müsaade etmiyor, bazen onun Spartaküs ve Mitridat’ı karşılaştırması ve kral’ın en az Romalılar kadar zalim bir katil olduğunu söylemesi onu öfkelendiriyordu. Onun gözünde Spartaküs, asi bir köledeydi ve Büyük Mitridat gibi tanrısal bir kralla karşılaştırılması affedilmez bir hataydı.

Günler boyu süren bu fısıltı sohbetlerinden birçok şey öğrendim. Gemide adını bile duymadığım çeşitli ülkelerden bir çok insan vardı. Bunların bir çoğu benim gibi Ksanthos’un yok olmasına neden olan Romalılardan nefret etseler de, bu zor koşullara karşın yine de umutluydular. Dünya  bu kadar kötü olamazdı. Her şeyin iyi gittiği, insanların dostluk ve kardeşlik içinde mutlu yaşadığı, zalim dünyanın ahtapot kollarını ulaştıramadığı bir yerler olmalıydı. Belki de bu gemi, çocukluğumdan beri özlemini içimde yaşattığım, son zamanlarda varlığından şüphe duyduğum o ülkeye götürecekti. Likya’dan ayrıldığımdan beri içimde ilk defa bir umut belirmişti.

Kallias’ın sohbetlerinde sıkça bahsettiği Pontus kralının macera dolu yaşam öyküsününden çok etkilendim: Sinope’deki sarayında kraliçe, yandaşlarıyla bir olup yaşlı kralı öldürmesi üzerine Pontus’un tek hakimi olmuş. Mitridat küçük bir prensken, saraydan kaçmış, yıllarca ormanlarda yırtıcı hayvanlarla yaşamış. Tam yedi yıl yaşadığı bu hayat ona amansız bir fiziksel güç kazandırmış. Ormanda, çok iyi ata binmeyi, ok kullanmayı ve kuvvetli kollarıyla vahşi hayvanları yakalayarak hançerlemeyi öğrenmiş. Günün birinde Sinope surlarının önünde göründüğünde, büyük bir heyecana kapılan kent halkı genç prensin önderliğinde saraya karşı ayaklanmış. Kraliçe ve yandaşları bu büyük ayaklanmaya karşı koyamamış. Sonunda Mitridat annesini alt ederek Pontus’un yeni kralı olmuş.

Kallias’a göre, Mitridat krallığının ilk yıllarında Roma ile iyi geçinmiş. Ancak ülkesini büyütme emelleri onu sık sık Romalılarla karşı karşıya getirmiş. Roma’ya göre çok küçük olan bu krallık, kısa zamanda doğuda Euphrates’ten batıda bütün İyonya ve adalara kadar geniş bir alanı topraklarına katmış, Roma’ya karşı sayısız zaferler kazanmış. İki yüz elli bin kişilik bir ordusu ve dört yüz savaş gemisi varmış. Roma’daki senato üyeleri Pontus’taki bu gelişmeler sonrası panik içindeymişler. Bir yanda köle lideri Spartaküs’le savaşan Roma diğer yanda Kilikya korsanlarının da desteğini almış Pontus ordusu ile savaşıyormuş. Roma’nın Mitridat’ı alt etmesi tam yirmi üç yıl sürmüş. Bu süre boyunca Pontus kralı doğudan batıya bir çok yerde Roma komutanlarına direnmiş, Roma, yenildikçe Mitridat’ın üzerine yeni komutanlar göndermiş, ancak bu beladan umduğundan çok daha fazla bedeller ödeyerek kurtulabilmiş.

Bir gece, korsanlar Kallias’ı yukarı çağırıp onunla uzun bir süre gökyüzüne bakarak bir şeyler konuştuklarına tanık oldum. Diğer kürekçiler Kallias’ın gökyüzünün bulutsuz olduğu gecelerde güverteye çıkarak korsanlara yıldızlarla ilgili bir şeyler anlattığını söylemişlerdi. Baş parmağını kaldırarak yıldızları gösteriyor, elleriyle havaya bir takım figürler çizerken, korsanlar onu dikkatle dinliyorlardı. Ancak Kallias bu konu ile ilgili hiçbir zaman kölelerle konuşmuyor, sorulan soruları yanıtsız bırakıyordu. Kallias’ın davranışlarına bir anlam veremiyor, onun göründüğünden daha da gizemli bir adam olduğunu düşünüyordum.

Bir Önceki Yazı

Bir Sonraki Yazı