Romalılar Likya’da
Likya’dan çok uzaklarda dünyanın akışına yön verenlerin yaşadığı kentte olanların bizleri de etkisi altına alacağı kaçınılmazdı. Romalı komutanlar arasındaki sürtüşmeler kanlı cinayetlere neden olacak, Büyük İskender’den sonra dünya hakimi olmaya aday olan Sezar, en yakın arkadaşlarının ihtiraslarının kurbanı olacaktı. Brutus Roma’da geçirdiği çalkantılı günleri geride bırakıp, gemileriyle Atina’ya geldiğinde, bir gölge gibi onu takip eden vicdanı biraz olsun rahatlamıştı. Kentte öğrenim gören Romalı gençler ona sevgi ile bağlıydılar. Bir özgürlük savaşçısı olarak kabul edilen Brutus’u, Pire yarımadasında herkes destekliyordu. Roma’daki zor günler sonrası morali düzelmiş, güçlü bir ordu kurabileceğine aklı kesmişti. Hele bir de, gücünü Küçük Asya’daki diğer cinayet ortağı Cassius ile birleştirirse, Roma’daki komutanlarla baş edebilirdi.
Atina’dan Smirna’ya doğru yola çıktığında kendini Küçük Asya’nın fatihi olarak görüyordu. Dört yıl önce Sezar’ın “Geldim, gördüm, yendim” dediği topraklara yaklaşken gözlerinde yeni bir umut belirmişti. Oysa herşeyekarşın, olayların böyle gelişmesini hiç istememişti. Son bir yıl boyunca geçirdiği gergin yaşam koşulları onu çok sevdiği Roma’dan uzaklaştırmıştı. Her ne pahasına olursa olsun Asya’dan güçlenerek dönecek, halkına gerçek bir kahraman olduğunu gösterecekti.
Smirna’da buluşan komutanlar, uzun süren görüşmeler sonucunda, ortak kararlar almışlardı. İkisi de, Küçük Asya eyaletlerinde büyük ve güçlü ordular kuracaklar, savaş giderleri ve donanma için çok para toplayacaklardı. Bu iki Romalı komutanın Roma ile çekişmelerinin ve ihtiraslarının bedelini ise, Küçük Asya’nın halkları ödeyecekler, böylece Roma’da başlayan trajik öykülerine uzak ülkelerde devam edeceklerdi.
Brutus nihayet Anadolu’da oluşturduğu güçlü ordusu ile bütün hazırlıklarını tamamlamıştı. İyonya’dan başlayarak güneye inmeyi ve Likya’da toplayacağı askerlerle güçlenmeyi düşünüyordu. Öncelikle Likya’nın başkenti Ksanthos’ta bir direnişle karşılaşacağını, ancak bu sorunu kolayca çözebileceğini umuyordu. Ksanthos vadisinde kazanacağı bir zafer diğer Likya kentlerini ele geçirmesini kolaylaştıracaktı. Ona göre, rakiplerine Akdeniz’deki gücünü arttırabilmesi için mutlaka Ksanthos’un, Patara limanı üzerindeki etkisini ortadan kaldırılması ve limana hakim olması gerekiyordu.
Bir Roma ordusunun kentimize doğru yürüyüşe geçtiği haberi geleli daha ancak bir hafta olmuştu. Haberi Efes’te yaşayan bir casusumuz, bindiği atları çatlatmak pahasına getirmişti. Şehir meclisi hemen toplanmış ve adı övünçle anılan Glaukos’u savunma faaliyetlerinin başına getirmiş, ayağı çabuk ulakları küçük federasyonumuzun diğer kentlerine ve öteki dostlarımıza göndererek yardım istemişti. Ne var ki gelen yardım beklediğimizin yarısından bile azdı. Harpagos’un saldırısına karşı koyamadıkları için çocukları ve kadınlarıyla birlikte intihar eden atalarımızın öyküsü herhalde kimseye pek çekici gelmemiş, belki de aynı şeyin tekrarından endişe etmişlerdi. Belki de artık bizden başka kimse Roma egemenliği altına girmeyi önemsemiyordu.
Roma ordusu Ksanthos vadisine yaklaşıldığında, ormanda birkaç günlüğüne mola verdi. Brutus kentimize elçilerini yollayarak, kendiliğinden teslim olurlarsak halka hiçbir zarar verilmeyeceğini bildirdi. Ksanthoslular ise, komutanın bu teklifini çok aşağılayıcı bulup, şiddetle reddettiler. Likyalıların yıllar önce Perslere karşı direnişini yaşlı bir köylüden dinleyen Brutus, yine de, güçlü bir direnişle karşılaşmayacağını umuyordu. Ancak koskoca Roma ordusu karşısında bu küçük Likya kenti ne yapabilirdi ki?
Romalıların Ksanthos’un kuşatması ile ilgili kararlı tutumu kentte tedirginlik yaratmıştı; yöneticiler ne pahasına olursa olsun savaşmakta kararlıydılar. Kentimizin düşmesi bütün Likya’nın işgal edilmesi demekti. Ksanthos, özellikle son yıllarda Patara limanının gelişimi sonrası, bazı Yunanlıların, Romalıların ve Yahudilerin de yerleştiği bir kent olmuştu. Patara’nın bu derece önem kazanmasında, Romalıların korsanlara karşı Akdeniz’de üstünlük sağlamasının da etkisi büyüktü. Gelişen ticari ilişkilerle birlikte Patara Likya birliği içinde farklı bir konuma kavuşurken, Ksanthoslular da bu gelişmelerden etkileniyorlardı. Patara her şeye karşın bir çok bakımdan yıllardır Ksanthos’a bağımlıydı. Kente ticari amaçlarla yerleşen yabancılara alışamayan halk, bu insanların adetlerini ve yaşam biçimini de benimsemekte zorluk çekiyorlardı.
Romalıların güneye ilerlediğini öğrenen çoğunluğu tüccar ve bazı zanaatkarlardan oluşan bir kısım halk, çok kısa bir süre içinde toparlanıp kafilelerle Patara’ya taşındılar. Kentte kalan Ksanthoslular, onların telaşlı göçünü sakince izlediler. Gerginlik her geçen gün artıyordu.
Moles ailesi ile Ksanthos’u ilk terk edenler arasındaydı. Kalabalık bir kervanla kentten uzaklaşırken beni gördü. Hiçbir şey konuşmadan sadece yüzüme baktı, sonra ailesine yetişmek için sık adımlarla uzaklaştı. Moles’e göre nedensiz bir savaşta ölmenin hiçbir anlamı yoktu. Bense, ona başka bir ulusun esareti altında onursuz bir yaşamın bir anlamı olmadığını anlatmaya çalışıyordum. Kervan uzaklaşıncaya kadar buğulu gözlerimle onları takip ettim. Çok uzaklardan bir kez daha dönüp bana el sallayan Moles’i gözden kaybolana dek izlemeye devam ettim.
Kentin yöneticileri alabilecekleri önlemleri gözden geçirmeliydiler: Çok geçmeden kent meclisi toplandı ve uzun süren tartışmalar sonrası Ksanthos’un etrafını kuşatan derin bir hendek kazmaya karar verdi. Yapılacak ilk iş, düşmanın konaklayabileceği çevredeki yerleşim yerlerini kullanılamayacak hale getirmekti. Bir grup atlı süratle kent çevresindeki evleri ve köyleri birer birer dolaşarak halkı sur içine taşınmaları konusunda ikna ettiler. Köylüler bir yandan eşyalarını toplayıp kente doğru apar topar yola koyulurken, sık sık başlarını geri çevirip, terk ettikleri güzel evlerinden yükselen alevleri seyrediyorlardı. Ksanthoslu atlılar Romalıların konaklanabilecekleri bütün köyleri yakmışlardı.
Kentte bütün halk, kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere surların dışına çıktık. Hep birlikte zaman kaybetmeden geniş ve derin bir hendek kazısına giriştik. Annem sık sık yanımıza gelip maşrapayla susuzluğumuzu giderip bizi yüreklendirirken, kardeşlerimle ile birlikte diğer kentliler gibi aralıksız çalışıyordum. Günbatımında hala devam eden çalışma bir türlü bitmek bilmiyordu.
Ksanthosluların günlerce devam eden çalışmaları nihayet birkaç gün sonra son buldu. Bu kadar kısa bir sürede bu geniş hendeğin inşa edilmesine inanamamıştım. Koca kent çepeçevre derin bir hendekle kuşatılmıştı.
Haberler ırmak kıyısında konaklayan Brutus’a ulaştığında, eminim Romalı komutan şaşkına dönmüş, bu kadar kısa bir sürede bu işi nasıl başarabildiğimizi aklı almamıştı. Kent çok yüksek bir tepeye kurulmuştu ve kuşatmak zaten çok zordu. Ancak Brutus bizim sandığımızdan çok daha kurnaz bir adamdı: Kölelerle orduyu takviye edecekti; kafasında yeni bir plan kurdu. Askerlerini ve köleleri çalışmak üzere gece ve gündüz olarak iki vardiyaya ayırdı. En azından bu derin hendeğin bir kısmını doldurabileceklerini ve o yönden kente saldırabileceklerini düşündü. Roma ordusu Ksanthos vadisine geldiğinde, ırmak kenarında komutanlara son talimatları veren Brutus, savaşmadan önce ne yapması gerektiğini çok iyi hesaplamıştı: Askerlere ve onlarla birlikte çalışan kölelere hendeği doldurmalarını emretti.
Çalışma durmaksızın devam ediyordu. Romalıların bu gece gündüz devam eden çalışmalarını surlardan izlerken, kan ter içinde açtığımız hendekler, aynı şekilde geri dolduruluyordu. İkinci günün gece yarısı çalışmalar Brutus’un istediği düzeye gelmişti.
Saldırıdan bir önceki gece vadi kapkaranlık ve sessizdi. Irmak tanrı bile sakinliği ile sessizliği destekliyordu. Ormandaki bütün canlılar sessiz bekleyişe katılmışlardı. Sadece yuvasında bekleyen küçük yavruları için avını kollayan baykuşun çığlıklarını duyabiliyordum. Bütün gece durmadan çalışıp sabah gün doğarken yakaladığı böceklerle yavrularını besleyecekti. Gündoğumu ile, ilk duyduğum ses bir şahinin çırpınan kanallarından yankılanıyordu. Gökyüzüne doğru başımı kaldırdım; yükseklerden süzülerek aşağı yaklaşan şahini seyrettim. O gün gökyüzü alışılmışın aksine, bulutlarla kaplı idi.
Şafak sökerken uzaklarda Brutus’u menzildeki askerlerin önünde savaş alanını kararlı adımlarla kat ederken gördüm. Romalı askerler önlerinden geçen generali saygıyla selamlarken başlarıyla da takip ediyorlardı. Mancınıklar ateş menzili içerisine yerleştirildi. Okçuların başındaki komutan askerlerine hazırlanmalarını emretti: Gerilen yaylar artık tek bir işaret bekliyorlardı. Okçuların önüne bir halat kıvamında dökülen yağ ateşlendi. Romalı komutan bütün gücüyle bağırarak ateş emrini verdi.