Poseidon’un Öfkesi
Kürekçiler arasında korsanlarda vardı; onlar bazen yerlerinden kalkıyor, diğerleri ile yer değişiyorlardı. Güvertede tartışan korsanları liderleri olan keskin bakışlı yaşlı korsan, hırıltılı sesini yükselterek susturuyordu.
Gün ortasına doğru, küpeştelere birkaç damla yağmur düştüğünde, aniden soğuk bir rüzgar esintisi de başlamıştı. Gemide önce ayaktakiler telaşla hareketlendi. Kürekçilerden bir kısmının zincirlerini çözüp, onlarla birlikte güvertede halatları çekerek yelkenleri indirdiler. Kürekçiler yerlerine döndüklerinde dalgalar artmış, korsanlar geminin sola kaymasını engellemek için bütün güçleri ile kıç tarafındaki büyük küreklere asılıyorlardı. Geminin içine su dolmaya başladığında alt kattaki kürekçiler lumbozlardan içeri giren suların yarattığı panikle bağrışarak, bütün güçleriyle küreklere asılıyorlardı. Kısa bir süre önce Güneş Tanrı’nın aydınlattığı masmavi gökyüzü kaybolmuş, ortalık tamamen Poseidon’un öfkesine teslim olmuştu. Yağmur tıkırtıları arasında, güvertede, tahta zeminde patlayan kırbacın sesi beni daha da heyecanlandırıyordu. Aniden beliren dev bir dalga gemideki her şeyin altını üstüne getirirken, güvertedeki bütün korsanların yere kapaklanmalarına yetti. Gemi müthiş bir güçle sallanmaya başladı. Gemiyi yönlendiren arka kürekler korsanların ellerinden kurtuldu, seren direği çarpışan rüzgarların etkisiyle, müthiş bir gürültü çıkararak sağa sola yalpalanmaya başladı. Yanımdaki köle hiçbir şeye aldırış etmeden arasıra coşup, naralar atıyor, korkusunu kahkahalarıyla bastırırken korsanlardan intikamını alıyordu.
Denizi tamamen bulutlar kaplamış, gökyüzü kararmıştı. Gemi dev dalgaların arasında bata çıka ilerlemeye çalışıyordu. Kara bulutları yönlendiren sakallı tanrı, korkunç kuzey rüzgarlarını geminin üzerine saldı. Korkunç akıntılar ve dalgalar, kontrolden çıkan gemiyi bir o yana, bir bu yana sürükleyip duruyordu. Gemi çeşitli yönlerden esen rüzgarların etkisiyle dalgalarla kovalamaca oynuyordu. Önce kuzey rüzgarı bizi önüne katıp kovalıyor, daha sonra güney rüzgarı oyuna kalan yerden devam ediyordu.
Kabaran dalgalar üzerinde iki gün iki gece çalkalandık. Birinci gün kapıldığım paniğe ve ölüm korkusuna, ikinci gün pek aldırmadım. Üçüncü günün sabahı, kızıl saçlı şafak yeni bir günü müjdelerken, Zeus da, rüzgarların çılgın karmaşasını durdurdu. Deniz bir anda çarşaf gibi olmuştu. Zaman zaman yumuşak dalgalar gemiyi kaldırdığında, yaklaşmakta olduğumuz kara parçasını bile görebiliyordum. Güneş ışıklarının bir bölümü bulutların arasından sızmış, Akdeniz’in azgın dalgaları ise öfkesi durulan deniz tanrısından emir almışçasına kaybolmuşlardı. Yanımdaki genç köle, göz göze geldiğimizde burnunu buruşturarak yeni bir kahkaha patlattı. “Likyalı korkma! Denizlerin tanrısı sana sadece hoş geldin dedi!…”
Güneş, yağmur sonrası su yüzeyinde onu bekleyen ikizi ile buluştuğunda kıpkızıldı. Bense ayak bileklerimdeki zincirlerle bir sonraki fırtınadaki çaresizliğimi bekliyordum.