Roma Gemileri
Güneş, denizin üzerinde bir mızrak boyu yükseldiğine, ben hala Anemourion’daki köle pazarına götürülen arkadaşlarımı düşünüyordum. Esir pazarında satılmanın belki de açık denizde tutsak olmaktan daha iyi bir seçenek olabileceğini aklımdan geçirerek kendimi avutmaya çalıştım. Ancak uzun zamandır birlikte kürek çektiğim arkadaşlarıma o kadar alışmıştım ki, onların eksikliğini her zaman hissedecektim. Cleon için çok üzülüyordum. O yaşamı boyunca köleliğe isyan etmiş, Spartaküs isyanı dışında hiçbir zaman özgürlüğü tatmamıştı. Son kez zincirlerini sürükleyerek gidişini uzaktan gördüğümde de başı yine dimdik yeni umutlara yürüyordu. Bana göre bu gemide özgürlüğü en fazla hak eden oydu.
Çıldırtıcı sıcak, bütün hıncını kan ter içinde durgun denizle mücadele eden biz kürekçilerden çıkarıyordu. Timon’un dayanaksız, cılız bedenini her geçen gün ona isyan ediyor, eriyordu. Geceledikleri sahil köyünde topladığı bazı otları koynundan çıkarıp, bütün gün boyunca kemirerek küreklere asılıyordu. Onu birkaç kez kıyıda çeşitli otları toplarken görmüştüm; otlar arasında gezinirken seçici davranıyor, onları özenle köklerinden çıkarıyor ve köklerdeki toprakları temizliyordu. Timon’un bütün serveti bu otlardı; gemiden her inişinde çeşitli otlar toplayıp, onları giysisinin iç cebinde gizliyordu.
Zenon, gece köylülerle yaptığı alışveriş sonrası mutlu görünüyordu. Ona sürekli sorun çıkaran birkaç köleden iyi bir pazarlık ile kurtulduğu için keyfi yerindeydi. Hırıltılı sesiyle bağıra bağıra neşeli şarkılar söylüyordu. Forsalar sessizce Zenon’u dinlerken, eminim bir yandan da, kaybettikleri arkadaşlarının başlarına gelecekleri düşünmekten kendilerini alamıyorlardı. Bir gün bir limanda Cleon gibi satıldığımızı sorguladığımızda gemide kalmanın mı, yoksa karada köle olmanın mı bizim için daha iyi olduğu konusunda kararsız kalacaktık. Bütün zorluklarına karşın, yazgılarımızı birleştiren bu geminin koşulları karadaki yaşamdan daha mı iyiydi, karar veremiyordum. Gemidekiler için korku dolu yolculuk daha ne kadar devam edebilirdi ki? Sadece birkaç günde ulaşabileceğimiz Kilikya sahillerine varabilmek için günlerce kuytu koylarda saklanıp, sık sık molalar vermek zorunda kalıyorduk.
Romalıların çabaları korsanları Kilikya’dan büsbütün söküp atmaya yetmemişti. Onların, korsanların çok iyi bildiği kayalık kıyılara ve dağlık bölgelere hakim olmaları olanaksızdı. Oysa koca Akdeniz, bir Roma denizi haline gelmiş, eski günler geride kalmıştı. Korsanlar için bu denizde var olmak, Roma savaş gemilerinden ve büyük ticaret gemilerin uzağında kalmakla mümkündü. Bu koşullarda en önemli gelir kaynakları zaman zaman yağmaladıkları küçük gemiler ve birkaç kölenin satışından elde ettikleri kazançtan öteye gidemiyordu. Önceleri Romalılar, köle ticareti yapan korsanlara karşı hoşgörülüydüler. Kölelerin ucuz emeği hem tarım işlerinde, hem de ev işlerinde Romalılar için önemli bir gereksinimdi. Korsanlar Roma için tehlike yaratacak kadar güçlenince işin şekli değişmişti.
Dağlık Kilikya ve kayalık kıyıları korsanların barınabilecekleri en verimli yerlerdi. Sarp kayalıkların ardındaki dağlarda geniş yaylalar vardı. Bu yörelere ulaşan gizli yolları sadece korsanlar bilirdi. Üstelik korsanların ülkesinin denizle bağlantısını sağlayan bu koylara yakın bölgelerde gemi yapımına uygun kerestelerin sağlandığı ormanlar mevcuttu. Köle satışından sebeplenen Pamfilya halkı da, bu işlere bulaşmış, korsanlarla yıllarca iş birliği yapmışlardı. Korsanlar genellikle Suriye’den batıya seyahat eden gemilere saldırırlardı. Fakat Roma’ya giden tahıl gemilerine saldırmaları bardağı taşıran son damla olmuştu. Romalılar bu baş belası denizcilerle baş edebilmek için doğuya en güçlü komutanlarını, gidenlerin ardı sıra yenileri göndermişler, sonunda korsan donanmalarını zor da olsa alt etmeyi başarmışlardı.
Korsanların keyifli başlayan Kilikya yolculuğu, ansızın uzaklarda, sislerin arasından birkaç karartının görülmesiyle korkulu bir bekleyişe dönüştü. Zenon boğuk ve hırıltılı sesiyle söylediği şarkısını yarıda keserek, dikkatini sislerin içinden birer birer belirginleşen gemilere yoğunlaştırdı. Zaman geçtikçe büyük bir Roma donanmasının görkemli silueti netleşiyordu. Zenon panik içinde emirler yağdırarak güvertede sağa sola koşuştururken, korsanlar geminin kıç tarafındaki büyük kürekleri can havliyle zorluyor, geminin yönünü değiştirmeye çalışıyorlardı. Oysa geminin rotası batıya döndüğünde, Roma gemileri çoktan yaklaşmıştı. Gemide tam bir şiddet ortamı hakimdi. Şakırdayan kırbaçlar tutsak kürekçilerin üzerinde patlıyor, yine de, Romalıların yaklaşmasına engel olunamıyordu. Akdeniz’in köpüklü sularında onlarca geminin önünde, suları yararak kaçan korsan gemisinin bu zorlu yarışı kazanma olasılığı yoktu.
Elbette, Zenon da Akdeniz’in kuytu koyların birinden öbürüne devam eden bu kaçışın eninde sonunda bir gün bu şekilde biteceğini biliyordu. Bu korku dolu yaşam, ömür boyu hep böyle devam edemezdi. İçini tamamen umutsuzluk kaplamış, ilk gençlik yıllarından beri devam eden bu kaçışın sonuna geldiğini anlamıştı. Diğer korsanlar çabaların boşuna olduğunu anlatırcasına liderlerinin gözlerine bakıyorlardı. Oysa, onun gözlerinde teslimiyet duygusundan çok daha kararlı bir ifade vardı. Bu kararlılık, bir yandan gemideki korsanlarda dahil hepimizi ürkütürken, diğer yandan da küçük de olsa bir ümit veriyordu.
Zenon kıç tarafındaki kürekçilere geminin yönünü tekrar düşman gemilerine doğru çevirmelerini emretti. Verilen emri tam olarak algılamakta zorlanan dehşet içindeki kürekçiler donakalmıştı. Zenon emrinde kararlıydı; bu kez emrini kırbacını güvertede şakırdatarak yineledi. Geminin yönü zorlanarak değiştirildikten sonra, Zenon bu kez kürekçilere en çok yirmi mızrak boyu uzaklıktaki donanmanın önünde giden büyük gemiye doğru kürek çekmelerini emretti. Kürekçiler verilen emirlere uyuyor, bütün güçleri ile küreklere asılıyorlardı: Bu bir intihar saldırısıydı.
Zenon denizlerde geçen uzun yaşamının sona ermekte olduğunun farkındaydı. Çocukluğundan beri özlediği büyük Kilikya İmparatorluğu Akdeniz’in mavi sularında yok oluyordu. Bir zamanlar denizlerin hakimi yüzlerce donanmadan oluşan gemilerden geriye kalan birkaç gemi de, böylece yok olup gidecekti. Düşmanlarının uzun yıllar süren açık denizlerdeki korkulu düşleri artık bitiyordu. Fakat asla teslim olmayacak, son kez savaşarak ölümü kucaklayacaktı.
Benim de ümitlerim tükenmek üzereydi. Yorgunluğuma rağmen ellerimde hafifleyen küreği, bütün gücümle kan ter içinde kendine çekerken, gözlerimin önünde Ksanthos’un yeşil vadisi vardı. Birazdan gemi batacak ve ben mahkum olduğum bu loş karanlıkta ölümü bekleyecektim. Birden Zenon’un gür sesi ile irkildim. “Kürekleri içeri çekin!, kürekleri içeri çekin!..”
Korsan gemisi hızla düşman donanmasına öncülük eden dev gemiyi mahmuzladı. Çatırdayan tahtaların çıkardığı korkunç gürültünün ardından, koca gövde neredeyse iki parçaya ayrılmıştı. Kısa zamanda gelişen olayları algılayamayan Romalı askerler panik halinde denize atlıyorlar, ortadan yarılan Roma gemisine hızla su doluyordu. Can havli ile bağrışan ayak bileklerinden kelepçeli kürek mahkumları kurtulma şanslarının olmadığının farkındaydılar. Küreği bıraktım, ayak bileklerimdeki zincirli halkalara baktım; Yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Dev Roma gemisi dalgalı sulara gömülmek üzereydi. Koskoca donanmanın ortasında kalan, korsan gemisinde ise, Zenon kıç tarafındaki kürekçilere tekrar manevra yapmaları için emirler yağdırıyordu. Gemi iki Roma gemisi arasındaki boşluktan kaçmayı deneyecekken, bu kez Roma gemilerinden atılan alev topları güverteye düştü. Gökyüzü ateş ve dumandan gözükmez olmuştu. Korsanlar paniğe kapılmış, bilinçsizce kürekçileri kamçılıyorlar, çaresiz forsaların yakarışları birbiri ardı sıra inen kırbaç darbelerine engel olamıyordu.
Geminin alev almasıyla birlikte, ansızın sağ taraftan yaklaşan bir donanma gemisinin baş bodoslamanın ucundaki bronz kılıf geçirilmiş mahmuz tahta gövdeyi yararak gemiyi iki parçaya ayırdı. Kürekler çatırdayarak kırılıyor, havada uçuşuyordu. Gemiye atlayan Romalı askerlerle göğüs göğüse bir savaş başlamıştı. Korsanlar önlerine gelen Romalıları kılıçlarıyla biçiyor, ancak gemiye atlayan yeni askerlerin ardı arkası kesilmiyordu. Güverteye düşen ateş topları büyük alevler oluşturmuş, bir yandan alt kısımlarda sular yükselirken, diğer yandan da yangın geminin her tarafını sarmıştı. Ben, şiddetli mahmuzlamanın etkisiyle zincirlerinden kurtulmuş, merdivenlerden güverteye tırmanırken, zavallı Timon biraz evvel çarpan geminin açtığı boşluktan giren suların yarattığı anaforla dışarıya savrulmuştu. Güverteye çıkmayı başardığımda alev alev yanan geminin üst tarafında yaralı ve ölüler dışında ayakta hiç kimseyi göremedim. Ben de, diğerleri gibi alevler arasından sıyrılarak kıç tarafından kendimi denize attım. Bir tahta parçasına tutunarak gemiden mümkün olduğu kadar uzaklaştım. Yavaşyavaş sulara gömülen gemide sadece denizle ateşin mücadelesi vardı. Gemide zincirlerle bağlı olan birkaç forsa dışında kimse kalmamıştı. Onların çığlıkları arasında sulara gömülen geminin seren direğinde yavaşyavaş alçalan korsan bayrağı son kez Korikos’un sert rüzgarında dalgalanıyordu.