salamis

Salamis Yolculuğu 

Korikos Limanından demir alan gemilerin rotaları genellikle Kilikya sahilleri boyunca doğuya doğru, ya da Pamfilya ve Likya sahillerini takip ederek batıya doğru olurdu. Alışılmışın aksine, açık denizde Salamis’e kadar sürecek olan böylesine riskli bir yolculuk bendn çok Timon’u kaygılandırıyordu. Beklenmedik bir zamanda, aniden çıkacak bir fırtına geminin alabora olmasına neden olabilirdi. Ancak, gün boyu sürecek olan yolculuğumuzun iyi hava koşullarında başlaması bizi biraz olsun rahatlatıyordu.

Ana kara büsbütün görünmez olduğunda, bir daha hiçbir zaman yurduma dönemeyeceğimi aklımdan geçirdim. Yüreğime sızısını derinden hissettiğim ateşli bir ok saplanmıştı. Tutsaklığım boyunca günler boyu süren korku, acı ve dehşet dolu gemi yolculuklarımız bile beni böylesine etkilememişti. Bu gemi beni başka bir dünyada, bilinmez sürprizlerle dolu uzak bir ülkeye taşıyordu.

Timon’la yazgımızı birleştiren korsan gemisi battığından beri hemen hemen hiç konuşmamıştık. Son birkaç günde, inisiyatifim dışında gelişen olaylar karşısında yapabileceğim pek bir şey olmadığını düşündüğümde, biraz olsun kendimi teselli edebiliyordum. Yaşlı Timon olmasaydı, büyük bir olasılıkla, ya Kilikya’daki köle pazarlarının birinde satılacak, ya da korsanlar yerine Romalılar için kürek mahkumu olarak çalışacaktım.

Timon, güvertede oturmuş, denizde kürek darbelerinin oluşturduğu birbiriyle yarışan dairelere dalmış düşünürken, İskenderiye ile ilgili sorularım biraz olsun onu kendine getirdi. Derin bir nefes aldıktan sonra Romalı komutana söylediklerini bir kez daha tekrarlayarak, gelecek için kaygılanmamın yersiz olduğuna beni ikna etmeye çalıştı. Timon’u dinlerken, İskenderiye’deki dünyanın bilgi hazinesinin bulunduğu kütüphanede çalışacağı düşüncesi, heyecanımı yenmeme engel oluyordu. Çocukluğumdan beri uzak ülkelerin insanlarını ve tanrılarını merak etmiştim. Belki de, Likya’da, Moles’in anlattıkları ile sınırlı olan bu koca dünyayı İskenderiye’de tanıma fırsatını bulacaktım.

Konuyu Korikos’taki Romalı komutanın sapkın törenler olarak nitelendirdiği Dionysos ve Kybele ayinlerine getirdim. O gece fazla konuşmayan Timon’un Romalı komutanın görüşleri ile ilgili düşüncelerini merak ediyordum. Timon önce uzun tırnaklarıyla sakalını kaşıdı, sonra derin bir nefes alarak komutana söyleyemediklerini bana anlatmaya başladı,

“Hiçbir inanç ve tapınma biçimi özünde sapkın değildir. Tanrıya ulaşmayı amaçlayan bütün arayışlar, insanlar ve tanrılar arasında bir bağ kurmayı amaçlar. Dionysos törenine katılan müritlerin yaptıkları da, Kybele rahiplerinin ayinleri de tanrılara daha yakın olmak içindir. Bizler tanrısal gücün bize sunduğu bütün varlıkların kutsallığına inanırız. Tanrıların yarattığı her şey kutsaldır, insan da, tanrılar tarafından kutsanmış yaratıklar olduğumuza göre içimizde bir tanrısal güç barındırıyoruz. Bu tanrısal güç, bizim tanrı ile yakınlaşmamızı sağlar. Bütün dinsel törenlerin amacı işte bu gücü ortaya çıkarmaktır.”

salamis_gym_01

Timon’un tanrısal güçler ve insan bedeni ile ilgili anlattıklarını aslında ben Ksanthos felaketinden çok önceleri Likya ormanlarında tek başıma dolaşırken tek başıma keşfetmiştim. O günden beri tanrıların her zaman benimle beraber olduğuna inanmışımdır. Oysa benim asıl merak ettiğim konu Tanrıça Kybele’nin rahipleriydi. “Ya Galatlı rahipler,” dedim ve,  “Sence onlar tanrıya erişmek için Romalı komutanın dediği gibi biraz ileri gitmiyorlar mı? ” diye sordum.

Timon bu sözlerimi beklemediğini ima edercesine şaşkınlıkla yüzüme baktı ve, “Yoksa sen de mi Romalı komutan gibi düşünüyorsun?” diye soruma soru ile karşılık verdi. Ağzımı açmama fırsat vermeden devam etti,

“Kybele rahipleri yaşamlarını ana tanrıçaya adarlar. Ayinlerde, berekete ve mutluluğa ancak tanrıçanın yolundan gidilerek erişilebileceği anlatılmaktadır. Zeus’un yeryüzüne döktüğü tohumdan hem kadın, hem de erkek olan bir varlık olan Kybele doğdu. Tanrılar bu yaratığın erkeklik organını kesip atmışlar. Bu uzuvdan bir badem ağacı oluşmuş. Frigya’daki ırmak tanrısı Sangarios’unNana adında bir kızı varmış. Nana ağaçtan bir badem kopararak göğsünde saklamış. Bu bademden gebe kalan genç kız Attis’i doğurmuş. Attis gözleri kamaştıracak derecede güzel bir delikanlıymış. Öylesine güzelmiş ki, güzelliği ile Tanrıça Kybele’yi bile etkilemiş. Delikanlı büyüyüp gelişince, Kybele ona çılgınca aşık olmuş fakat bu aşk karşılıksız kalmış. Kybele’den kaçan AttisPessinus’a gelmiş. Attis, Pessinus kralının kızını seviyormuş. Öylesine bir aşkla tutkunmuş ki, kralın kızına, gözleri ondan başka hiçbir şeyi göremiyormuş. Kralın kızıyla evlenirken, düğün gecesi kıskançlıktan deliye dönen Kybele çıkagelmiş ve Attis’i delirtmiş. Delikanlı çılgınca bir oraya, bir buraya koşar dururmuş. Bir çam ağacının dibinde cinsel organını kesmiş ve oracıkta ölmüş. Muradına eremeyen kralın kızı da, kendini öldürmüş. Attis’in dökülen kanından menekşeler bitmiş, ağacın ruhu Attis’in ruhu ile dolmuş.

Sonraki yıllar Frigya’daAttis’in ruhunu arındırmak için çam ağacının altında törenler yapılmış. Törenlerde halk Tanrıçaya yalvarır, onun yeniden yaşama dönmesini ister. Erkekler kendilerini hadım ederek, onun affedilmesi için çam ağacını kesip, menekşelerle her yanını sararak tapınağa götürürler. Attis üç gün yas tutar orada. Tanrıça onu affedince halk Attis’in tekrar yaşama dönmesini coşkuyla kutlar. Tanrıçanın Attis’i affetmesi, Frigya halkı için çok büyük bir lütuftur. Onlar dünya zevklerinin ve nimetlerinin asıl sahibinin tanrıça olduğunu vurgular ayinlerinde. Tanrıçanın sevgisine karşı duran Attis en ağır cezayla cezalandırılmış, ancak tanrıçanın merhameti sayesinde yeryüzüne dönebilmiş. Attis’in yeniden doğuşu, bereketin ve güzelliklerin yeryüzüne dönüşüdür; her bahar tohumlar yeşermeden önce Attis döner dünyaya. Attis’in gelişi bereketin gelişidir. Köylülerin çılgın kutlamaları bundandır. Onlar tanrıçalarının sevgisini her yıl Attis’e öykünerek kanıtlarlar. Likya ülkesi için kutsal Leto neyi temsil ediyorsa, Frigya’da Kybele onu simgeler. Farklı olan sadece ayinin biçimidir.”

İyonya’da ve Likya’nın bazı kentlerinde belirli günlerde yapılan Dionysos törenlerini anımsattığımda Timon, ne sormak istediğimi anladığını belirtircesine gülümseyerek başını salladı. Saçlarını iki elinin parmaklarıyla karıştırarak konuşmasına devam etti, “Tanrı sadece yeryüzünde, gökyüzünde ve yeraltında değil, her yerdedir. Bizim özümüz tanrısaldır ve tanrı bir varlık olarak bizim içimizdedir. Biz bu törenlerde şarap içerken tanrısal öze ulaşırız. Toplu ayin yapmanın amacı budur. Ancak herkesin kabul edeceği gibi bu ayinler, Romalı Bakhalar tarafından biraz abartılı yapılıyor. Romalı yöneticilerin hoşlanmadığı bu törenler, Küçük Asya topraklarında yaygın olduğu gibi, Roma topraklarında da rağbet görmüştür. Romalı komutanın bahsettiği Bakhus, bizim üzüm ve şarap tanrısı Dionysos’tur. Üzümün yaz sonu ölmesi ve kış sonrası ilkyazda doğması, yeniden doğuşu simgeler. Tanrı bu şekilde bizlere ölümsüzlüğü ve yaşamın sürekliliğini anlatır. Her yıl kış boyu uyuyan tanrının yeniden dirilmesi kutlanır. İnsanlar yeniden dirilişi törenlerle kutlarken, ölümsüzlüğün kapılarını araladıklarını düşünürler. Şarap tanrıya olaşmanın vazgeçilmez aracıdır; çünkü ölümsüz bir bitkiden yapılır. Bu yüzden bu ayinlere katılanlar genellikle yılın diğer aylarında sürekli sarhoş ve esrik gezerler. Müzik ve dans eşliğinde kutlanan bu törenlerde kendilerinden geçen bazıları aşırı davranışlarda bulunabilirler.”

Timon, gökyüzünü göstererek, konuşmasına kaldığı yerden devam etti, “Denizlerin tanrısı nasıl Posoidon ise, Göklerin tanrısı Zeus, Semele’den doğma oğlunu yeryüzünün hakimi yapmak istemiş. Bu duruma başkaldıran Titanlar, daha ufacık bir çocuk olan Dionysos’u kandırıp parçalamışlar. Vücudunun her parçası ayrılan Dionysos daha sonra kaynar kazanlarda kaynatılmış. Küçük tanrının sadece kalbi kurtarılabilmiş. Kurtarılan kalbi sayesinde Dionysos yeniden dünyaya gelmiş. Titanlar da, ulu Zeus’un hışmına uğramış ve yıldırımlar altında can vermişler. Titanların küllerinden biz insanlar oluştuk. Titanlar kötüdür ancak onlarında tanrı olduklarını unutmamalısın. Titanların küllerinden oluşan bizler ise, bu nedenle hem kötüyüz, hem de tanrısal yanımızdan dolayı iyiyiz. Eğer ruhumuzu Titanlardan bize geçen kötü değerlerden arındırabilirsek, bizler o zaman tanrısallığa erişebiliriz. Tanrı Dionysos’un yeniden doğumunu kutlayan halk, bu nedenle dağların zirvesinde teflerle sazlarla vahşi çığlıklar atarak çılgınca dans ediyor. Amaçları tanrısal sırra erişmek, tanrıyı ele geçirmektir. Bu törenlerde içilen şarap tanrının kanı, yenilen canlı hayvanların parçaları ise tanrının etidir.” Bu sözlerle ürperdim önce doğrularak bir şey söylemeye hazırlandım, sonra vazgeçerek sustum. Ben hala tanrıların erişilmez uzaklıkta, göklerdeki mutlu ülkede yaşadıklarına inanıyordum.

Hava epeyce kararmış, denizin suları gecenin rengini almıştı. Uzaklarda Kıbrıs adasının güzel kenti Salamis’in gece ışıkları görünüyordu. Gemi yaklaştıkça karanlığın içindeki ışık kümeleri kenti aydınlatıyor, siluetini belirginleşiyordu. Yıllarca çeşitli deniz kavimleri tarafından istila edilen bu liman kenti, bütün ihtişamıyla yeni konuklarını bekliyordu. Limanda büyük bir ticaret gemisi dışında ufak tefek birkaç gemi daha gördüm. Afrikalı köleler büyük gemiye çeşitli mallar yüklüyordu. Gün kararmasına karşın, bütün gün aydınlıkla yarışan kent ahalisi, yaşamın geceye karşın hala devam ettiği limanından sahile açılan sokaklarda eve dönme telaşındaydı.

Bir Önceki Bölüm

Bir Sonraki Yazı