korsan2

Korsan Gemisinde

Başımdan aşağı dökülen sudaki keskin deniz kokusu beni biraz olsun kendime getirmeye yetmişti. Gözlerimin yüz hatlarını seçmekte zorlandığı uzun boylu adam, kovayı ikinci kez üzerime boşattığında üşüyerek ürperdim. Başımı kaldırıp doğrulurken, çevremdeki iriyarı, sakallı adamların keskin bakışlarını bulanık gözlerim ayrımsamakta zorlanıyordum. Şaşkın şaşkın etrafa bakınırken, nihayet kocaman bir geminin güvertesinde oturduğumun farkına vardım. Gökyüzüne, sonra da durgun mavi denize baktığımda uzaklarda küçücük bir kara parçası dahi görünmediğini, uçsuz bucaksız bir denizin ortasında olduğumu, ancak anlayabildim.

Işıltılı mavi sular, gökyüzü ve bir eski gemi. Tanrıların kutsal dünyasına erişmiş olamazdım, fakat ülkemden çok uzaklarda bir yerlerde olmalıydım. Burası ne göklerdeki Apollon’un evi, ne de yeraltındaki Hades’in ülkesi olabilirdi. Engin denizin ortasında pek de sevimli olmayan sert mizaçlı, keskin bakışlı, bu sakallı adamlar kimlerdi?

“Tanrı Poseidon’un dünyasına hoş geldin delikanlı!” diye bağırdı, sakallarını sıvazlayarak kır saçlı, yüzünde derin bir yara izi olan yaşlı adam. “Artık güvendesin. Seni tanrıların gazabından biz kurtardık.”

Hiçbir şey söylemeden yüzüne baktım. Bunlar Romalı askerlere de hiç benzemiyorlardı. Yavaşyavaş  etrafımda gördüğüm her şeyi şimdi daha iyi ayrımsıyordum: Bu bir korsan gemisi olmalıydı!..

Gördüğüm her şey, Moles’in korsanlarla ilgili bana anlattıklarına  uyuyordu. Kürek çeken yaşlı ve bitkin köleler gözlerime eriştiğinde hiçbirinin yüzünde küçük bir umut ifadesi dahi bulamadım. İleriye doğru bomboş bakıyorlardı. Esmer tenli Mısırlılar, çekik gözlü Asyalılar ve çeşitli ülkelerden bir çok köle. Belki de, ömrünün geri kalan kısmını bu gemide, bu insanlar ile birlikte kürek çekerek geçirecektim.

Akdeniz’in mavi sularında yalnız başına süzülen yelkenli, Patara sahillerinden epeyce uzaklaşmış, Likya’nın ıssız ve gizemli kıyıları boyunca yol alıyordu. Son yıllarda kıyılara yakın sularda böylesine cesur bir korsan gemisini görebilmek ender rastlanan bir durumdu. Güneye doğru ilerleyen geminin güvertesinde, bir Kilikyalı korsan beni diğerlerine göstererek bir şeyler anlatıyorlardı.

Gözlerim forsaların arasında coşku ile kürek çeken genç bir adama takıldı. Diğer kürekçiler ritmik tempolarına uyum göstermeye çalışarak küreklerine asılırken, o kahkahalara boğularak korsanlara ve çevresindekilere bozuk Helence’si ile yüksek sesle bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Korsanlar bu geveze Fenikelinin sözlerine karşılık vermiyor, ilgisiz davranıyorlardı. Genç adam korsanlara beni göstererek el ve kol işaretleriyle zincirleri sallayarak sorular sormaya başladı. Korsanlar genç adamın bu son sözleri sonrası gülümseyerek bana baktılar. Onlardan cesaret alan genç adam gökyüzündeki martıları bile ürkütecek kadar güçlü ve uzun bir kahkaha patlattı. Korsanlardan biri bana yaklaşarak, Kilikya şivesi ile yeterince yattığımı, ayağa kalkmamı söyledi. Biraz önce onunla konuşan kır saçlı korsana baktım. Yaşlı korsan başıyla arkadaşının söylediklerini onayladı.

Ayağa kalktığımda hala başım dönüyor, çevresindekileri bulanık görüyordum. Genç korsanın verdiği suyu kana kana içerken çevreme söyle bir göz gezdirdiğinde korsanlar ve kölelerin kuşkulu gözlerle beni süzdüklerini gördüm.

Kır saçlı korsan, bana biraz önce kahkaha atan genç kölenin yanındaki boş yeri göstererek kürekleri elime almamı söyledi. Genç köle gülümseyerek ayağa kalkarken zincirleri şakırdadı, alaysı gözleri ve elleriyle işaret ederek yerimi gösterdi. Siyah giysili ve asık suratlı olan diğer korsan tahammül sınırını aşan genç kölenin omzunda kırbacını şakırdatarak, susması için ikaz etti. Bu kez kölenin suratı asılmıştı.

Zincirlerim ayak bileklerinden geçirildiğinde, içinde bulunduğum trajik durumun farkına varmış, tanrıların bana çizdiği yazgıya bir kez daha kahretmiştim. Hiçbir zaman katlanamayacağım Romalıların esaretinden kaçarken, engin denizlerin ortasında korsanlara köle olmuştum. Ellerimle var gücümle sıktığım küreklere baktım. Korsan kırbacını oturduğum sıranın üzerinde şakırdatmasıyla, kendimi zorlayarak kürek çekmeye başladım. Kısa  süren bir acemilik sonrası, kürekçilerin ritmini yakalamayı başarabilmiştim.

Gemideki köleler ve korsanlar arasında ilginç bir ilişki vardı. Korsanlar zaman zaman kölelere çok kötü davransalar da, aralarında adı konulamayan bir dostluk da vardı. Kölelerin bazı cüretkar tavırlarına hoşgörü gösteriliyorlar, bazen onlarla koyu sohbetlere bile daldıkları oluyordu.

İki sıra kürekli büyük korsan gemisinin üst katındaki kürekçilerle birlikte olduğum için, hem denizi, hem de gökyüzünü görebiliyordum. Kürek çekme işine  zor da olsa epeyce alışmıştım; ellerimde oluşan yaralara ve yanımda oturan geveze kölenin uyarılarına aldırmıyordum. Korsanlar açık denizde hava koşullarının uygun olduğu zamanlarda mavi renkli kare yelkenlerini açıyor,  sıcak güneşin altında gözlerini uzaklara dikip, hiç konuşmadan saatlerce dalgaların sesini dinliyorlardı. Hiç tanımadığım bu uzak ülke insanlarının bahtsız gözlerinden, hepsinin  başka hayatların insanı olduklarını anlayabiliyordum. Kendi geçmişimi düşündüğünde birden ürperiveriyor, aradan uzun yılların geçtiğini, ikinci bir hayata yeniden başladığımı seziyordum. Birincisi ile hiç ilgisi olamayan yeni ve zorlu bir hayata…

Bir Önceki Bölüm

Bir Sonraki Yazı